Pasteur’s Quadrant

Geçtiğimiz günlerde sevgili Ebru Güven’in davetiyle Bahçeşehir Üniversitesi yüksek lisans öğrencilerine finansal kapsayıcılık, sürdürülebilirlik, E.S.G. bileşenleri, ‘Embedded Finance’ (burada gömülü finans kavramını özellikle kullanmak istemedim) ve tabii ki InsurTech’le alakalı bildiğim hemen hemen her bilgiyi olabildiği kadar makro perspektifte derlediğim bir sunum gerçekleştirdim. Hazırladığım sunum dokümanına konuşma metnimden ziyade çarpıcı başlıkları eklediğimden sunumum, bir süre sonra kitap özeti gibi ana noktaları içeren bir el kılavuzu haline geldi.

Yüksek lisans öğrencilerinin dikkatini çekmek istediğim ilk noktalardan biri farklı platformlarda duyduğumuz ancak altının ne yazık ki yeterince doldurulmadığını düşündüğüm ve üzerinde uzun yıllardır gönüllü olarak çalıştığım teminat açığı (protection gap), iklim değişikliği ve aslında doğal olarak bu iki kavramı kapsayan ’embedded finance’ idi. Sadece sigorta sektörü ile değil bütün finansal yapıyı dönüştüreceğine inandığım finansal kapsayıcılık ile birleşince gerçek anlamda değer yaratacak olan ‘embedded finance’, bileşenleri üzerinde uzun uzun felsefi tartışmalar yapılması gereken derin bir konu. Bununla birlikte sunumumda da belirttiğim gibi, popülaritesini sürekli arttıran yıkıcı-dönüştürücü teknolojiler de bu başlık altında daha da anlam kazanmakta ve amacına gerçek anlamda hizmet etmeye başlamakta. İsmindeki ‘yıkıcı’ kelimesinden dolayı negatif bir anlam da hissettiren bu teknolojiler de ‘embedded finance’in bütüncül yapısında bu olumsuzluğu değer yaratan bir fonksiyona dönüştürmekte. Blockchain, AI veya makine öğrenmesi gibi kavramların esas olarak finansal kapsayıcılığı arttırmak makro hedefiyle yola çıkıldığında harikalar ve gerçek anlamda değer yarattığını sıklıkla gördük ve görmeye devam ediyoruz.  

Sunumda değindiğim diğer bir kavram ise, daha önce yazdığım ‘Me-Free-Easy’ gibi üç kavramdan oluşan bir muhteşem bir üçlü tanım: ‘Capacity Planning – Open Sourcing – Scaling’. Detaylarına başka bir yazıda değineceğim bu kombo, kapasite planlama – açık kaynak kullanımı – ölçekleme olarak Türkçeye çevrilmekte ve günümüzün başka bir fenomeni olan Super App’in temel bileşenleri oluşturmakta.

Sürdürülebilirliğin ne kadar kapsayıcı ve dominant olduğunun altını çizdiğim sunumda öne çıkan diğer bir özellik ünlü mimar Frank Lloyd Wright’ın ‘Less is more only when more is too much’ yani ‘az ancak çok, çok fazla ise çoktur’ sözü oldu. Sürdürülebilirliği en güzel ifade eden tanımlardan biri olan bu söz, E.S.G.’nin bileşenlerinden iklim değişikliği stratejisi, cinsiyet eşitliği, çocuk işçi çalıştırılmasıyla alakalı düzenlemeler, iş ahlakı ve şirketlerin yönetim kurulunun bağımsızlığı gibi kavramların çatısını da oluşturmakta.

Son olarak Türkiye’de bir türlü hak ettiği yere kavuşturamadığımız InsurTech’in ise dört ana başlık altında özetledim. Bunlar:

  • InsurTech’te öne çıkmak için sahip olunması gereken öncelikli üç kavram maliyet liderliği, farklılaşma ve odaklanma olarak gerçekleştirilmesi gereken bütün projelere entegre edilmeli;
  • Ünlü rallici Mario Andretti’nin belirttiği gibi ‘her şeyin kontrol altında olduğunu düşünüyorsanız yeteri kadar hızlı gitmiyorsunuzdur’!;
  • İnovasyon bir sonraki büyük ‘şey’dir ve son olarak;
  • InsurTech’in ana prensiplerinden biri olan ve bu yazının devam edecek bölümünde detaylandıracağım Pasteur’s Quadrant.       

Sunumumun sonunda yeni nesil finansta öne çıkardığım altı ana özellik ise:

  • Nassim Nicholas Taleb’in tanımladığı ve önemi her geçen gün artan anti kırılgan (Anti-Fragile) olabilmek;
  • Cazibe-Seçim-Ayrılma (Attraction-Selection-Attrition) sürecini özellikle Z kuşağına mensup tüketiciler için olabildiği kadar yavaşlatmak ve potansiyel devamlılığı sağlayabilmek;
  • Türkiye’de yerleşik olunsa bile global perspektifin baştan oluşturulması (Global Perspective as a Solution – GPS);
  • Google’ın eski CEO’su Eric Schmidt’in belirttiği gibi gelir yaratabilme becerisinin birçok problemin gözden kaçırılabilmesine yardım etmesi (Revenue solves all problems!)
  • Pek alışkın olmadığımız eleştirel bakış açısının veya günlük dilde ayrık otu olmanın gerekli bir meziyet olduğunu baştan kabul etmemiz (It is OK not to be OK!)

Son olarak asıl gücün bilgiye sahip olmaktan değil bilgiyi paylaşmaktan geldiğinin (Power comes not from knowledge kept but from knowledge shared) altını çizdim ki günümüzde asıl dönüşümü başlatacak gücün kesinlikle bu bakış açısından geleceğini düşünüyorum.

 1,488 total views

Platformization oder Digitalisation?

Hızlı bir Kasım ayını geride bıraktık. İlk haftada Almanya’nın önemli iş dünyası gazetelerinden Handelsblatt’ın sigorta sektörü için her yıl Münih’te düzenlediği ve Alman sigorta şirketlerinin en üst düzeyde temsil edildiği sektörel zirve gerçekleştirildi. Açılış konuşmasını Munich RE CEO’su Wenning’in yaptığı toplantıda Generali Deutschland CEO’su Liverani, Axa Deutschland CEO’su Vollert ve Lemonade CEO’su Schreiber’ın sunumlarını izledik. Sonrasında ikinci haftada Frankfurt’da Frankfurt Business and Management School’da EIOPA’nın ev sahipliğinde yıllık olağan toplantının dokuzuncusu gerçekleştirildi. Bu toplantıda ise Allianz CEO’su Bäte, Swiss Re CEO’su Christian Mumenthaler ve Axa CEO’su Thomas Buberl’i dinledik. Son hafta ise her yıl Haziran’da Amsterdam’da ve Kasım’da Münih’te olmak üzere iki defa gerçekleştirilen DIA vardı.

Handelsblatt’ın organize ettiği konferas aslında bu üç toplantı içerisinde benim bakış açıma göre en ilham verici olandı. Sadece bu toplantıda 22 tane üzerine uzun uzun düşünülüp makale yazılabilecek konu belirlediğimi gördüm notlarımı düzenlerken. Bunlar içerisinde en önemli bulduğum ve bu yazıda da kısaca değineceğim ise sigorta sektörü içerisindeki dijitalleşme veya platformlaşma kavramları. Ülke nüfuslarındaki değişen demografik yapının sigorta şirketlerinin süreçlerini aslında beklenenden daha derinden etkileyecek olması ise bir sonraki yazının konusu olacak.

Dijitalleşme veya platformlaşma tercihine gelinmesi aslında sigorta şirketleri için hızla gelişti. Öncelikle sigortacılık değer zincirindeki adımların basılı materyallerden kurtarılması olarak başlayan süreç, operasyonel risk dolayısıyla ortaya çıkan kayıplardan bıkan ve üstüne düşük kar marjları ile boğuşan sektörün mevcut yapısını yeniden inşasına ve sonrasında olabilecek her adımın otomatize edilmesine dayandı. Tek cümleyle özetlenebilmekle birlikte hem teknolojik hem de beşeri etkileri sayfalarca anlatılabilecek bir süreç bu. Sağladıkları iş güvenliği ile övünen yüzyıllık şirketler çalışanlarını önce başka bölümlere kaydırmaya sonra da çeşitli paketler sunarak sözleşmelerini sonlandırmaya başladı. Ancak bu aşamada da bitmedi. Artık yol çatallaşmaya başlamış ve stratejik önemde bazı kararların vakti gelmişti. Şirketler ya tamamen geleneksel kalacak ya da tamamen yeni jenerasyon haline gelecekti. Bazıları her ikisini birden devam ettirebileceğini varsayarak iş planlarını bu doğrultuda kurdu. Bazıları tamamen dijitalleşmeleri için planlarını hazırladılar. Bu karardan sonra dijitalleşme sürecinin şirketin kendi kaynakları ile mi yoksa hizmet alımı ile mi gerçekleştirileceği sorusu önlerine geldi. Yani süt içmek için süt mü alınmalıydı yoksa süt veren ineğin kendisi mi? (Buy or build) Bu karar aşaması da halen devam etmekte. Bazı sigorta şitketleri harıl harıl parlak fikir avına çıkarken bazıları yıllarca sektörde olmanın verdiği güvenle kendi iş planlarında olmayan bir küçük ancak etkisi çok büyük bir detayın birkaç genç tarafından zaten keşfedilemeyeceği görüşünde ve aradıkları çözümü kendi yapılarında bulacaklarına inanmakta. Bu karardan sonra ise süreçlerin ne kadar dijitalleştirilmesi veya ne kadar platformlaştırılması tercihi gelmekte ki bu da öncekiler kadar zor bir karar. (Bu sorulara benim ayrıntılı cevaplarım ise Aiza Consulting çatısı altında.)

Platformlaşma, isminden de anlayabileceğiniz gibi aynı amaç uğruna şirketlerin bir araya gelmeleri, kurulacak ortak yapıda değer zincirinin azami şekilde ortak kullanmaları, beraber inşa edilmesi ve üretilen değerlerin eşit bir şekilde paylaşımı ilkeleri mevcut. Sigorta ve reasürans şirketleri, çok etkin olmamakla ve henüz kamuoyu ile paylaşılan net bir aksiyonu olmamakla birlikte blokzincir örneğinde benzer bir işbirliği göstermişlerdi. Yıkıcı teknolojiler olarak adlandırılan yapay zeka, yapay gerçeklik, arttırılmış gerçeklik, robotlar, dronelar vb. değer zincirine etki edebilecek diğer teknolojiler için henüz örneğini görmediğimiz platformlaşma kavramı aslında sigorta ve reasürans şirketleri için bir ‘white-labeled’ yolculuğu. İngilizce karşılığını istemeyerek kullandığım bu kavram, sigorta şirketlerinin aslında isimlerinden gelen hizmet ve ürün farklılıklarını gidermesi, genellikle B2B veya B2S ürünler ile müşterilerinin karşılarına direk çıkmamaları olarak tanımlanabilir. Avantajlarını kısaca özetlediğimiz bu yapının dezavantaj olarak tanımlanacak yanı ise şirketlerin renklerini kaybeden mercanlar gibi fark yaratma yeteneklerini de kaybetmeleri (yani white-labeled olmaları).

Altı sene önce InsurTech’le alakalı ilk yazılarımı yazmaya başladığımda sigortacılık gibi insan hayatını derinden etkileyebilen bir sektörün, değişimlerin bu denli yoğun yaşandığı döneminde yer almaktan duyduğum memnuniyetten bahsederdim. Bu memnuniyetim artarak devam etmekle birlikte çalışma arkadaşlarımın aslında nasıl bir dip dalgasıyla karşılaşabileceklerini görememeleri beni halen şaşırtmaya devam etmekte. Sanırım sektördeki her paydaş için olacak olan, bize şu anda ihtimal dışı olarak gelse bile, yavaş veya hızlı ancak emin adımlarla gerçekleşecek. Birçok bileşeni olan ve çoğunun kontrol edilemediği bu değişime cevabımız, en önden yerimizi ayırıp izlemek veya sırtımızı dönmek, ise sadece bizim kontrolümüzde olan bir karar olacak. 2020 yılının cesur ve aynı zamanda güzel kararların yılı olması dileğiyle.           

#Digitalisation, #Platformisation, #InsurTech, #WhiteLabeled, #B2B, #B2S, #DisruptiveTechnologies, #AizaConsulting, #ZeynepStefan

 2,460 total views,  6 views today

Sağlık Sektöründeki Gelişmeler ve HealthTech İlişkisi

Mart ayında Frankfurt’da gerçekleştirilen Global InsurTech Roadshow sonrasında hem konferansı hem de 2019 yılının konuğu olan İsrail’i anlatan yazılar yazmıştım. İsrail, bazıları gerçekten iyi hazırlanmış ancak çoğunluğu Frankfurt havası almak için konferansa katılmış çok sayıdaki start-up şirketi, düzenleyici kurum yöneticileri ve ülkedeki InsurTech oluşumlarını temsil eden yöneticisi ile organizasyona adeta çıkartma yapmış ve bence ülkelerini iyi bir şekilde temsil etmişlerdi.

Konferansa katılan start-up’lar arasında dikkat çekecek sayıda sağlık alanında çözümler geliştiren ‘HealthTech’ şirketler de vardı. Şirket kurucularıyla kahve molalarında yaptığım görüşmelerde ise çoğunlukla İsrail’deki sağlık sektörü, bu sektörün sağlık turizminin geliştirilmesi adına nasıl desteklendiği ve bu fayda zincirine sonradan dahil olan InsurTech start-up’larının nasıl bir fark yaratabileceği hakkında konuşmuştuk. Aslında uzun bir fayda zinciri ile birbirine bağlanan farklı sektörlerin yarattığı bir sinerjiyi anlatmaya çalışacağım size ve eminim ki bu model Türkiye sağlık ve sigorta sektörlerinin de kolayca uygulayabileceği, hatta uygulamaya bazı alanlarda zaten başladığı, bir sistem.

İsrail’in sağlık turizmi macerası aslında A.B.D.’nin Miami ile başlayan ve sonrasında başka eyaletlere yayılan sağlık turizmini örnek almış durumda. Estetik ameliyatlar ile başlayan bu hasta transferleri, sonrasında kanser gibi uzun soluklu tedaviler gerektiren hastalıkları da kapsar hale getirilmiş. İsrail’in hedefi özellikle Tel-Aviv’i zincir hastaneleri ve İsrailli şirketler tarafından geliştirilen ve başka ülkelerde bulunmayan teknolojik ürünleri ve tedavi yöntemleri ile bir merkez yapmakta. Bu amaca hizmet emek adına özellikle sağlık sektöründe uygulanabilecek ve tedavi maliyetlerini azaltabilecek teknolojik AR-GE çalışmalarına büyük önem vermekteler ve kaynak aktarmaktalar. Tedavi maliyetlerindeki azalma daha çok sayıda hastayı İsrail’e çekerken tedavi için teminat sağlayan devlet kurumlarının veya özel kurumların da operasyonel maliyetlerini azaltmakta.

Ancak İsrail’in sağlık turizminde merkez olma hedefine yönelik ciddi bir eksiği, Türkiye için ciddi bir avantaj yaratmakla birlikte, bulunmakta; sigorta sektörünün yabancı yatırımlara kapalı olması. İsrail’e tedavi olmak için farklı ülkelerden gelen hastaların sigortalarını nasıl kullanabileceklerini sorduğumda çok net bir cevap veremediler. Dolayısıyla HealthTech şirketlerin etki alanları, kapalı sigorta sektöründen dolayı genellikle önleyici hizmetlere (bazıları life-style denilen ürünlerle HealthTech arasındaki farkı da netleştirememiş durumdaydı) yoğunlaşmış durumda ki bu ciddi bir eksiklik. Bu şekilde start-up’ları sadece İsrail’de faaaliyet gösteren sigorta şirketleri ile çalışmaya zorluyorlar ki bu durum olası küresel bir başarının da önünü tıkamakta. Bu alanda Avrupalı şirketlerin avantajlarının, Avrupa Birliği ortak pazarının sigorta sektörünü de kapsaması ve sigortaların teminat sınırlarının ülke sınırlarının ötesine de geçmesi ile, daha fazla olduğunu görüyoruz. Ancak politik irade seviyesinde sağlık ve teknoloi hamlelerinin birleştirilmesi çalışmasını sigorta ayağında şimdilik sadece İsrail’de görmekteyiz.

İsrail’in durumunu kısaca özetlersek; devlet desteği, sağlık turizminde merkez olma isteği, sigorta sektörü ile eşgüdüm içerisinde hareket planları ve genç yatırımcılara sundukları yatırım imkanları en büyük avantajları. Burada dikkatinizi çekmek istediğim diğer bir nokta yatırım performansının ajanslar tarafından yakından takip edilmesi ve öngörülen ile gerçekleşen arasındaki farkların yetkililer tarafından incelenerek gerekli durumlarda önlemlerin alınması. Yabancı yatırımcılara kapalı olarak bu atılımı yapmak istemeleri ise aslında istedikleri büyüklüğe tam olarak ulaşamayacaklarının bir göstergesi ve İsrail piyasasının en büyük dezavantajı.

Türkiye’de sağlık-teknoloji-sigorta üçgenini incelediğimizde ise özel hastaneleri, ameliyat maliyetlerindeki rekabetçi fiyatları ve sigorta sektöründeki yabancı yatırım oranı ile bölgede sağlık turizmi için bir merkez olma avantajımızın yüksek olduğunu görüyoruz. Eksik olan şey ise sağlık sektörünü, sigorta sektörünü ve girişimcileri etkin bir platformda biraraya getirecek ve ortaya çıkan bu işbirliğini en iyi şekilde yatırıma ve sonunda katma değere dönüştürecek bir davet ki bu davet mutlaka düzenleyici kurum nezdinde bütün sigorta sektöre yönelik olarak gerçekleştirilmeli. Piyasada ortaya çıkan birçok inisiyatif mevcut, ancak İsraillilerin yaptığı gibi bir araya gelmek ve hedefe birlikte ilerleyebilmek yaratılacak katma değerin azamileştirilmesi adına en doğru hareket olacaktır. Bununla birlikte sadece İstanbul değil, güneşi ve deniziyle İzmir veya Antalya, yaylaları ve kaplıcaları ile Karadeniz de potansiyel sağlık ve tedavi merkezleri arasında yer alabilecektir. 

Son olarak bu işbirliğinin sigorta ve sağlık sektörleri arasında nasıl gerçekleştirilebileceğine dair bir projeksiyon üretelim. Ulusal ve uluslararası olsun, sigorta şirketleri için tedavi maliyetlerinin önceden gerçekleşecek değerlere yakın bir şekilde öngörülmesi ve geliştirilecek yeni stratejiler ve işbirlikleri ile bu maliyetlerin azaltılması büyük önem taşımaktadır. Bu amaçla sigortalıların ihtiyacı olan operasyonlar ve tedavi süreçlerinin belli merkezlere toplanlanması, önleyici sağlık hizmetlerinin geliştirilmesi, life-style denen uygulamalar ile daha doğru risk analizleri gerçekleştirilmesi ve sigortalılar arasında risk bazlı farklılaştırmalar yapılabilmesi uygulanabilecek bazı çözümler. Bu çözümlerin birçoğu ‘HealthTech’ dediğimiz start-up şirketler tarafından üzerinde çalışılmakta ve elde edilen çözümler sigorta ve reasürans şirketleri ile paylaşılmakta. Bütün tarafların, sigorta şirketleri – sağlık kurumları – start-up’lar, ortak oluşturulmuş orta ve uzun vadeli bir plan çerçevesinde bir araya gelmesi ile Türkiye sağlık teknolojisi ihraç edebilir, dünyanın dört bir yanından hastaların tedavi için geldikleri bir merkez olarak önemli ekonomik katma değer yaratabilir, açılacak yeni iş alanları ile iyi nitelikli işgücü istihdam edilebilir ve en önemlisi gelişmiş bir sigortacılık sistemi ile ülkemizdeki finansal sistem dengelenebilir.

#HealthTech, #LifeStyleProducts, #InsurTech, #EUSingleMarket, #IsraelHealthInsurance, #IsraelSWOTAnalysis, #ZeynepStefan,

 2,604 total views

Sigorta Sektöründe Nash Dengesi

Amerikalı matematikçi John Forbes Nash (1928-2015) tarafından ilk olarak 1950 yılında doktora tezinde bahsedilen, sonrasında farklı bilim adamlarının katkılarıyla geliştirilen ve Nash’e 1994 yılında Ekonomi Nobel’i kazandıran oyun teorisi birçok farklı sektörde uygulanabilen bir stratejik yöntem. İlk bakışta sigorta sektöründeki dijital dönüşüm ile alakası yokmuş gibi gözükmekle birlikte aslında uzun zamandır bahsettiğim sigorta ekosistemlerindeki durgunluğun nedenleri ortaya çıkaran bir kavram Nash dengesi.

İktisatçıların sıklıkla kullandıkları Nash dengesi, sistemde oluşan mevcut rakip dengesinin oluşum motivasyonlarını açıklamakta. Buna göre, öncelikle sistemdeki her bileşen diğer bileşenlerin hareketlerini göz önünde bulundurarak stratejisini belirlemekte, yani aslında bileşenlerin öncelikli amacı statükonun olabildiği kadar çok büyük değişikliklerden kaçınarak ve ufak değişikliklerle korunması. Nash dengesinin sıklıkla görüldüğü sektörler genellikle pazar payının büyük kısmının birkaç şirket arasında paylaşıldığı, sektör birincisi ve ikincisi arasındaki üretim ve pazar payı farklarının minimum düzeyde olduğu, ancak ilk sıradaki şirketlerin ardından farkların birden arttığı sektörler. Dolayısıyla oyuncular, özellikle de ilk üç veya ilk beş içerisinde yer alan şirketler stratejilerini mevcut dağılımın korunması veya çok küçük değişikliklerle ilerlemesi üzerine kurmakta, çoğu zaman radikal kararlardan kaçınmakta, rakiplerinin stratejilerini takip etme eğiliminde olmakta ve Nash dengesinin devamını sağlamaktalar.

Tam bu bu noktada ‘Antifragility’ kitabında Taleb’in bahsettiği kırılganlık tanımı aklıma geldi. Taleb de, isim vermeyerek aslında Nash dengesinin yer aldığı sektörü nasıl kötü yönde etkilediğinden, sorunları hasır altı ettiğinden ve böylece sonunu getirdiğinden bahsetmekteydi. Bu dengeye ulaşmış yapılarda daha iyi ve verimli olanı ortaya çıkarabilecek devinimin bilerek yok edildiğini, büyüme ve inovasyonun bir platoya ulaştığını, yıllar arasında benzerliklerin sürdürülmesinin yegane amaç olduğunu ve sonuç olarak şirketlerin kırılganlıklarının birikerek arttığını görmekteyiz. Yani sürdürülemez bir durum son anda ortaya çıkıyor ve ‘yıkıcı yaratcılık’ gibi sektör içerisindeki rahatsız eden bir tanımla sonlanıyor. Ancak bozulma ve yıkım süreci ortaya çıkışından çok uzun zaman önce başlamış oluyor ve bu olumsuz duruma karşı, bilinmesine rağmen, hızla önlem alınmıyor.  

Son dönemde Avrupa ve gelişmekte olan ülkelerin verilerini OECD’den, Türk sigorta sektörü verilerini ise TSB’den olmak üzere, prim üretimindeki artış, sektörün nominal ve reel (enflasyondan arındırılmış) büyüme grafiği, GSYİH içerisindeki yeri, şirketlerin pazar payları, ilk 5 şirket, ilk 10 şirket ve ilk 20 şirket dağılımını takip edip sonuçlar çıkarabilmek ve varsa bir trend yakalayabilmek için teknik analiz veri setimi oluşturma çalışması içerisindeyim. Benzer Nash dengesinin, en azından şirketler pazar payları açısından, Türkiye ile birlikte Avrupa’nın bazı ülkelerinde ve OECD üyelerinin sigorta sektörlerinde de mevcut olduğunu söyleyebiliriz. Bu dengenin içerisinde yer alan ülkelerle alakalı detayları SWOT analiz yazılarımda bulabilirsiniz. Bu yazıda bahsetmek istediğim ise aslında sigorta sektöründe köklü bir dönüşüm amaçlayan bir inisiyatif olan veya olması gereken InsurTech’in, aşağıda değineceğim nedenlerle Nash dengesine benzer bir yapıya kavuşmuş olması. Burada bahsedeceğim çıkarımlar, ağırlıklı olarak risk yönetimi ve uyum fonksiyonları perspektifinden görüşlerimi alan birkaç şirketle de paylaştığım noktalar.

Yaklaşık bir senedir InsurTech alanındaki büyük ölçekli yatırım fonları ve şirketler arasında bekle ve rakibin neler yaptığını gör stratejisi hakim. Bazılarının kafa karışıklığı, mevcut şirket stratejileri ile InsurTech alanındaki stratejilerinin uyumsuzluğu, ve InsurTech’in sigorta sektörüne aslında neler getireceği yönünde net bir projeksiyona sahip olunmaması da cabası. Kasım ayında Münih’te ve Mart ayında Frankfurt’da gerçekleştirilen uluslararası toplantı ve organizasyonlardan aldığım öncelikli izlenim bu yöndeydi. InsurTech’e platformlar üzerinden dahil olan veya direk yatırımı tercih eden sigorta ve reasürans şirketleri tarafından da yatırımlardaki iştahlarının azaldığını ve start-up’lara yatırımdan veya satınalmadan ziyade ilgili fonksiyonun şirket içerisinde geliştirilmesi (buy or build) fikrinin yerleştiğini de görmekteyiz. Platformların da yeterli bilgi birikimi ile desteklenmediği, biraz InsurTech yapalım, araya biraz FinTech karıştıralım, eğer tutmaz ise HealthTech’e de geçelim yaklaşımında, sigorta ve reasürans şirketlerinin bazılarında görülen kafa karışıklığına sahip olması mevcut durumun başka bir yönü. Bu kafa karışıklığı hem bu platformdaki mentörleri hem de platforma dahil olan start-up’ları rahatsız etmekte.

Avrupalı sigortacıların buluştuğu önemli bir organizasyon olan DIA’nın Haziran ayında Amsterdam’da düzenleyeceği toplantıda bu unsurların geçerliliğini yeniden gözlemleme fırsatı da buluyor olacağım. Bakalım DIA Amsterdam, Kasım ayında Münih’te olduğu gibi bir tekrar mı olacak yoksa bu verimsiz daireden çıkmayı amaç edinmiş sigortacıların manifestosu mu olacak, göreceğiz.

#NashEquilibrium, #JohnForbesNash, #GameTheory, #Antifragility, #CreativeDisruption, #OECD, #SWOT, #InsurTech, #plateaueffect, #DigitalInsuranceAgenda, #DIA, #ZeynepStefan

 1,592 total views

İSRAİL INSURTECH PİYASASI – II

Frankfurt’ta Mart ayı içerisinde Goethe Üniversitesi tarafından gerçekleştirilen InsurTech RoadShow etkinliğinde İsrail InsurTech piyasası ile yakından tanışma fırsatı bulmuştum. İsrail, 2019 yılının konuk ülkesi olarak organizasyonda yer almıştı. Ona yakın InsurTech alanında çözüm üretmek için çalışan şirketi, InsurTech Hub yöneticileri ve sigorta sektörü düzenleyici kurum başkanı ile Frankfurt’a deyim yerindese çıkartma yapan İsrail InsurTech ekosistemi, sigortacılıktaki bu değişime ne kadar önem verdiklerini de ortaya koymuş oldu. Ülkedeki sigorta sektörü ile alakalı bir analizi daha önce paylaşmıştım. (https://zeynepstefan.com/israil-insurtech-piyasasi/ ) Bu yazıya sığdıramadığım, bizim için de önemli bir iş modeli olabileceğinden atlanmaması gerektiğini düşündüğüm iki önemli noktayı da dikkatinize sunmak isterim. Bunlardan ilki sektördeki yabancı yatırım oranı, diğeri ise sağlık alanındaki InsurTech inisiyatiflerini besleyen ve uluslararası alanda daha geniş bir yelpazede hizmet vermeyi amaçlayan sağlık sektörü.

Sigorta sektöründeki teknolojik ilerleme ile birlikte birçok ufak şirket için coğrafi kısıtlar ortadan kalkmış oldu. Günümüzde hasar konusunda sigorta ve reasürans şirketlerine operasyonel maliyet ve risklerini azaltıcı çözüm sunan bir start-up Berlin veya Talin’de kurulabiliyor ve geliştirdiği teknolojileri Türk meslektaşlarına kolayca pazarlayabiliyor. Bu ufak örnek aynı zamanda sektördeki yerli-yabancı yatırım dağılımının InsurTech için yaratabileceği bir avantajı da belirlemekte. Benim 2016’dan beri içerisinde olduğum bu oluşumda gözlemlediğim bir özelliği OECD ülkeleri sigorta sektörleri yabancı yatırım oranları ile kıyasladığımda iki değişken arasında, yani InsurTech girişimleri ve sektördeki yabancı yatırım oranı arasında, nitel bir bağ olabileceği fikrini edindim. Bu konudaki görüşüm, bir ülkenin sigorta sektörü yabancı yatırıma ne kadar açık ise içerisinden InsurTech yatırımlarının filizlenebildiği bir ekosistemi o derece kolay çıkartabileceği yönünde. Bu fikri basit bir kantitatif analiz ile desteklemek için OECD verilerine baktığımızda en güncel değerlerin 2017 yılına ait olduğunu görüyoruz. Buna göre sigorta sektöründeki yabancı yatırımcı oranı 2017 yılında Türkiye’de hayat branşında %56,4 ve elementer branşta %57,1 iken (Türk sigorta serktöründe 2018 yılı yabancı yatırım oranı %75 civarında olarak açıklandı)  İsrail’de bu değerler sırasıyla %0,4 ve %3,8 civarlarında. 2007’de %30 ve % 12 olan yabancı yatırım oranlarının 2012 yılından itibaren İsrail’de dramatik olarak düştüğünü de görüyoruz. Yani karşımızda yabancı yatırıma karşı gayet mesafeli ve yerli sermaye ile büyümeyi tercih eden bir sigorta sektörü mevcut. Peki bu kadar öz kaynaklarıyla ilerleme taraftarı olan bir yapıda InsurTech için bekledikleri seviyede bir gelişmeyi sağlayabilirler mi?      

İsrail’in 2017 yılı sigorta sektöründeki toplam varlıkları 143,8 milyar Dolar, brüt prim üretimi 17,42 milyar Dolar ve elde edilen net kar 818 milyon civarında civarında. Aynı yılı baz alırsak ülke gayrısafi milli hasılası ise 353,2 milyar Dolar civarında, yani sigorta sektörünün ülke ekonomisine katkısı (penetrasyon) 2017 yılında %5 civarında. (Sigorta penetrasyonunda OECD ortalaması %8,9 olmakla birlikte ülkemizde %1,4 seviyesinde) Yani İsrail sigorta sektörünün de (bizim sektörümüz kadar olmasa da) alması gereken önemli bir yol var. Sigorta sektöründe faaliyet göstermek isteyen bir şirketin alması gereken lisans, düzenleyici kurum (Commissioner of Capital Markets, Insurance and Savings) tarafından yabancı şirketlere kapatılmışken reasürans alanında böyle bir kısıtlama bulunmamakta. Düzenleyici kurumun yabancı sermaye eksikliği dolayısıyla ortaya çıkan rekabet eksikliğini gidermek ve yükselen prim değerlerini daha kabul edilebilir seviyelere çekmek için asgari sermaye seviyesinde indirime gitti ve birçoğu dijital alanda olmak üzere farklı yatırım grupları 2018 yılında sektöre giriş yaptı. Ancak sermaye azaltımının beklenen etkiyi gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğini 2019 ve 2020 yılında göreceğiz. Bu kapalı yatırım ortamında gelişecek bir ekosistem için benim fikrim büyümenin beklenenin altında kalacağı ve rekabeti arttırabilmek adına sermaye gibi sigorta sektörü için önemli bir finansal kaynağın azaltılmasının yaratacağı belirsizliklerin de olası bir potansiyele olumsuz etki yapacağı. Bu İsrail ekosisteminin yumuşak karnı. Güçlü oldukları alan ise sağlık sektörü!

Frankfurt’a gelen start-up’ların birçoğu ’health-tech’ olarak adlandırılan alanda faaliyet göstermekteydi. Özellikle önleyici ve hastalığı teşhis edici çözümler konusunda yoğun bir ürün yelpazesi sunmayı amaçlayan start-up’larla ülkedeki sağlık sisteminin kendilerini nasıl desteklediklerini konuştuğumuzda sigorta sektörü düzenleyici kurumu ile birlikte sağlık bakanlıklarıyla yakın bir işbliği içerisinde oldukları ve birçok AR-GE fonundan yararlanabildikleri bilgisini verdiler. Dolayısıyla İsrail sağlık bakanlığı İsrailli start-up’ların öncelikli müşterisi ve geliştirilmesi planlanan teknolojilere yön verir durumda.

Yine OECD verilerinden 2016 yılına göre yaşam beklentisi 82,4 yaş olan 8,71 milyon nüfuslu ülkenin sağlık sektörünün yapısına baktığımızda  (bu değer Türkiye’de 78,5 yaş ve 82 milyon kişi) sağlık harcamalarının GSYİH’daki oranın %7,4 olduğunu görüyoruz. (Bu değer Türkiye’de %4,2) Ancak İsrail asıl avantajını inovasyon alanında yakalamakta. OECD’nin inovatif ülkeler sıralamasında 11. Sırada yer alan İsrail’de AR-GE bütçelerinin büyük bir verimlilik ile kullanıldığını görüyoruz ki ülkemizde InsurTech alanındaki en büyük eksik bence bu verimsizlik. (OECD sıralamasında Türkiye 50. sırada) Yıllık GSYİH değeri Türkiye ile kıyaslanınca çok düşük olmasına rağmen (2018’de Türkiye’de 766,4 milyon Dolar, İsrail’de 353,2 milyon Dolar) sermaye başına düşen GSYİH değerinde büyük bir avantaja sahip olan İsrail’i (Türkiye’de 9.346 Dolar iken İsrail’de 40.560 Dolar) ve teknoloji üretmek için yola çıkan İsrailli şirketleri önümüzdeki günlerde sahnede daha çok görüyor olacağız.

#IsraelSWOTAnalysis, #InsurTech, #HealthTech, #OECD, #GDP, #Innovation, #Efficiency, #ZeynepStefan

 3,538 total views,  2 views today

InsurTech çerçevesinde sigorta şirketlerinde teknolojik dönüşüme dair bir uygulama

Geçtiğimiz aylarda bir toplantı için Hamburg’daydım. Dört buçuk saat boyunca dijitalleşme stratejilerini beraber hayata geçirmek istediğimiz müşterimize sigortacılığın geleceğinin ne olmasını beklediğimizi ve sigorta şirketlerinin bu beklentilere göre hangi aksiyonları almaları gerektiğini anlattık. Elementer, hayat, sağlık ve reasürans alanındaki operasyonların tek bir IT stratejisi etrafında nasıl şekillendirilebileceğini, bu önemli hedefin InsurTech ile nasıl kolaylaştırılabileceğini özetledik. Toplantıda çizdiğim resim aslında Sigorta Gündem’de yazdığım yazılarda da mevcut. Ancak hepsini art arda sıraladığımızda müşterimizin proje ekip yöneticisi normalde çok soru sorduğunu ancak bu anlatım sonrasında şimdilik bütün soru işaretlerinin giderildiğini belirtti. Bu önemli stratejik dönüşümün proje yönetim teknikleri çerçevesinde gerçekleştirilecek olması ve ayrılan bütçe, bu değişimi ne kadar önemsediklerini göstermekte. Bu proje için geç kalmış olduklarını düşünmekle birlikte her proje adımını izlemek istemeleri, üst yönetimin dijital dönüşümün gerekliliğine olan inancını da göstermekte.

Öncelikle sigorta sektörünün ana mesajının ‘Me, Free, Easy’ olacağını belirttik. Yani gerçekleştirilecek bütün stratejilerin bir sigorta şirketini ürünleri, hizmet kalitesi, süreçleri ve personeli ile getireceği nokta. Sigorta sektörü kişisel konfigürasyona (sadece sahip olunan risklerine uygun teminatların alındığı bir sistem)  uygun hale gelecek (Me), yalın ve anlaşılır olacak (Free – bu özellik hayat sigortası ürünlerinde ciddi bir pazar artışını beraberinde getirecek), her yerden ve ne zaman istenilirse ulaşılabilir olacak (Easy). Sigorta sektrörünün bu parlak geleceği beş ana teknolojik akım çerçevesinde şekilleniyor olacak. Bu akımlar; dijitalizasyon ve çeşitlenen dağıtım kanalları (omnichannels), büyük veri yönetimi ve analizi, dönüşüm için gerekli hukuki yapının ve yeterli siber güvenliğin sağlanması (GDPR ve IDD bu konuda önemli adımlar) ve teknolojide öne çıkan ve sigorta sektörüne büyük etkisi olmakta olan ve olacak sekiz ana yenilik (AI – yapay zeka, IoT – nesnelerin interneti, Blockchain, Drones, Robot, AR – arttırılmış gerçeklik, VR – sanal gerçeklik, 3D – üç boyutlu görüntüleme veya yazıcı). Bu süreçte sigorta sektörü üç yenilik ile de tanışacak. Bunlar; teknolojik gelişmelerin sigorta sektöründe yaratacağı dönüşümün hızı, farklı sektörlerden sigortacılığa giriş yapan oyuncularda yaşanan artış ve farklı ekosistemlerde geliştirilen yeni iş modellerinin sigorta sektöründeki uygulamaları. Genel çerçeveyi bu şekilde özetlerken öne çıkardığımız dört özellik ise şirketlerin dijital ikizlerinin önemi (digital twin), şirketlerin anti-kırılganlık özelliğine (anti-fragility) nasıl sahip olabilecekleri, şirketin faaliyetlerine dair hayata geçirilmesi gereken bütüncül bir bakış açısı (holistic view) ve bu maddelerin aslında hepsinin bir alt maddesi olan sürdürülebilirlik (sustainability) idi.

Bizim projemiz ana çerçevede bilgi teknolojileri ile ilgili olduğundan bu değişim sürecinin proje yönetim teknikleri çerçevesinde beş ana etapta gerçekleştirilebileceğini öngördük. Bunlardan ilki proje planının oluşturulması ve bu planın üst yönetim tarafından onaylanması, ikinci adımda değişim yönetiminin gerçekleştirilmesi, sonrasında proje risk yönetim çalışmalarının tamamlanması, uygulama öncesinde kalite testlerinin gerçekleştirilmesi ve son aşamada uygulamanın hayata geçirilmesi. Bu aşamada belirlediğimiz 11 performans göstergesi ise aralarında üst yönetimin desteği, gerekli fon kaynaklarının sağlanması ve standart kullanıcı testleri yanında farklı perspektifte değerlendirmeler yapılabilmesi gibi önemli kontrol noktalarını barındırmakta.

Gerçekleştirdiğimiz ilk toplantıda proje yönetiminin birinci adımı olan stratejik çerçevenin çizilmesini (conceptualization) yani şirketin aslında neyi başarmak istediğini tanımlamış olduk. Sonrasında projede altı ana süreç daha gerçekleştiriliyor olacak. Öncelikle bu amacı nasıl gerçekleştireceğimize karar vereceğiz. Müşterilerinin aslında neye ihtiyacı olduğu tanımlayıp bu hedef çerçevesinde harekete geçilecek. Hareket planı tanımlanacak ve bu plan çerçevesinde elde edilecek sonucun aslında elde edilmesi planlanan sonuç olduğundan emin olunacak. Sonrasında uygulama aşamasına geçilecek ve şirketteki ilgili departmanların eğitimi gerçekleştirilecek. Tabi bununla da bitmiyor. Elde edilen sonucun kullanılan bütün bütçe ve çalışma saatlerine değip değmediği değerlendirilecek ve eğer sağlanan marjinal faydanın kullanılan kaynakların toplamından fazla olduğuna kanaat getirilirse proje olumlu bir değer yaratarak tamamlanmış olacak. Aslında standart bir proje yönetim süreci. Sigorta sektörü için yeni olan ise bu adımların artık sektördeki her bilgi işlem dönüşüm süreci için standart hale gelecek olması.

Kısaca InsurTech ile sigorta sektörünün sahip olacağı şeffaflık ve ölçülebilirlik sadece finansal tablolar için değil müşterisinin teminat ihtiyacı ilk ortaya çıktığı andan başlayarak bütün sigortacılık adımlarına yayılıyor olacak ve sigorta şirketleri ilk defa süreçlerine ve dolayısıyla müşterisine tam anlamıyla hakim hale gelecek. Bu mühtiş gelişmenin yaratacağı olumlu sosyal etki ise diğer hiçbir sektöre benzemeyecek. Çünkü, ne bankacılık ne de finansal sektörünün diğer alanları sigorta sektörü kadar dönüştürücü, insanların hayatına en zor zamanlarında dokunan ve bir dalgakıran gibi önemli yıkımların etkilerini inanılmaz derecede azaltan bir yapıya sahip değiller. Bu olumlu ve toplumun geneline yayılabilen etki sadece sigorta sektörü için söz konusu. Dolayısıyla InsurTech, medeniyetimizin gelişimi açısından diğer bütün benzerlerinden (fintech, wealthtech vs) daha önemli sonuçlar yaratıyor olacak.                        

Son olarak, ‘Dijital İkiz’ yazımda Hamburg’un dijital dönüşüm konusunda nasıl bir merkez haline geldiğine kısaca değinmiştim. Sadece sigorta sektörü için değil bankacılık, müşteri deneyimi yönetimi, televizyon programları ve gösteri sanatları için de aranılan birçok dijital çözümü en kaliteli haliyle ve son teknolojiyi kullanarak sunabilen bir pazar yaratılmış ve Alman ekonomisi içerisindeki ağırlığı her geçen gün artmakta. Aslında bu canlı ve geleceği çok parlak atmosferin Münih’te oluşturulabilmesini çok isterdim. Böylece sigorta sektörüne en azından ortak lokasyon avantajı ile daha kolay etki edebilirlerdi.

#Digitalisation, #InsurTech, #DigitalTwin, #GDPR, #MeFreeEasy, #ProjectManagement, #DigitalConversion, #ZeynepStefan

 2,966 total views

Digital Twin

Danışmanlık alanında faaliyet gösteren uluslararası bir şirketle Viyana’da gerçekleştirdiğimiz çalışmada şirketin 2018-2022 yılı stratejileri dikkatimi çekmişti. ‘DACH Region’ denen ve Almanya, Avusturya ile İsviçre’yi kapsayan bölgede (Almanca konuşan ülkeleri ifade eden ve ülkelerin başharflerinden oluşan bir tanım), Brexit sonrası İngiltere’de ve İrlanda’da uygulanacak olan bu stratejinin şimdiye kadar karşılaştıklarımdan farkı ise 2017 yılından beri bünyesine kattığı dijital ajansların, müşterilerinin stratejilerini belirlemede üstlenmesini öngördükleri kritik rol. Otomotivden bankacılığa kadar çok farklı sektörlerde çözümler üreten, müşterilerinin sektörlerinde konumlandırılmasından tutun ürünlerinin lansmanına kadar birçok alanda faaliyet gösteren bir ajans neden bir danışmanlık firmasının çatısı altına girmek ister? Aslında cevap sigorta sektörüne de yabancı olmayan bir kavramdan, ‘digital twin’ (digital ikiz), gelmekte.

Dijital İkiz ve Simülasyon

Dijital ikizin iki karşılığı var. Birincisi herhangi bir sektörde faaliyet gösteren firmanın kurumsal kimliğinin aynısını dijital ortamlarda oluşturmak, popüler tabiriyle avatarını yaratmak. 2012 öncesinde belki de çok dikkate alınmayan bu kavram şirketler sosyal medya hesaplarından yaptıkları paylaşımlarla tepki çekmeye ve bazı durumlarda linç edilmeye, onyıllarca süren emeklerle oluşturulan bir şirket kimliğinin tek bir paylaşımla yerle bir olabilmesiyle önem kazandı. Şirketler açısından bazı durumlarda kapısına kilit vurmaya kadar gidebilecek yıkıcı sonuçları olan, gerçek hayattaki kurum vizyon ve misyonunun dijital mecralarda karşılık bulamamasından oluşan kayıpları engellemenin en etkili yolu ise şirketin dijital ikizinin şirket fiziksel olarak kapısını açmadan önce, yani daha ilk adımda şekillendirilmesi. Dolayısıyla şirketlerin dijital ajansların kapısını aşındırmaları büyük bir riski yönetmek zorunda kalmalarından ortaya çıkıyor. İkincisi ise şirket hizmet ve faaliyetlerinin dijital ortama taşınması ve müşteriye fiziksel koşullarda verilebilen her hizmetin dijital platformlarla da verilebilmesinin sağlanması. Genellikle birinci amaç, ikinciyi kapsamakta. İlk amacın stratejik ve bütünsel yaklaşımından ziyade ikinci yaklaşımda amaç, daha kısıtlı ve günümüzdeki dijitalizasyon furyasına çabuk  ve en düşük maliyetle uyum sağlayabilmek.

Burada dikkatimizi çekmesi gereken hızla yükselen bir iş modeli; holistizm. Yani tek bir kaynaktan ihtiyaç duyulan birçok hizmetin veya ürünün, günümüzün standartları olan kişiselleştirilmiş, kolayca ulaşılabilen ve aracısız (Me, Free, Easy) bir şekilde temin edilebilmesi. Tek bir ürün veya hizmet için, en uygun fiyatı ve kaliteyi sunan platformu (fiziksel olarak tek bir ürün satan bir mağaza veya internet sitesi) bulmak ve bunu talep edilen her şey için tekrarlamak yerine bir süpermarketteki gibi ihtiyaç duyulan her neyse hepsine yönelik bir çözüme sahip olanın müşteri tarafından tercih edilmesi.  Talebi doğrultusunda dijital ikizini yaratmak isteyen bir kurum, bu zorlu sürecin her aşamasında sahip olmak istediği dijital misyon ve vizyonunu bilen bir ekip ile stratejisini geliştirebilir, iş modellerini (PLM – Product Lifecycle Management) ve sonrasında süreçlerini şekillendirebilir ve danışmanlık aldığı farklı şirketlerin oluşturduğu iş modellerinin uyumsuzluğu dolayısıyla yaşanabilecek kayıpların önüne geçebilir. Dijital ikiziyle neler yapmak istediğine karar veren şirket, örneğin kendisi için büyük önem taşıyan bazı süreçlerle alakalı daha fazla detay içeren simülasyonlar (starting point for a simulation with a twin) gerçekleştirebilir. Hatta beş veya on yıllık projeksiyonlarını bu simulasyonlarla elde ettiği sonuçlara göre şekillendirebilir. Bir nevi Solvency II sürecinde gerçekleştirdiğimiz stres testlerine benzemekte.

 

Sigorta Şirketlerinin Dijital İkizleri

Türkiye sigorta sektörü için henüz yeni bir kavram olan dijital ikiz, Avrupa’da 2012 yılından itibaren dijital platformların daha yoğun kullanılmasıyla birlikte gündeme gelmeye başlamıştı. Sigorta değer zincirinin (insurance value chain) ikinci aşaması olan satış ile başlayan dijital ikiz ihtiyacı, giderek diğer zincir halkalarına da yayıldı. 2014 yılında ortaya çıkan InsurTech ile artık sahip olunması zorunlu bir kavram haline gelen dijital ikizler, günümüzde değer zincirindeki beş ana ve dört yardımcı faaliyetin hepsini kapsanmakta ve şirketin fiziksel varlığı ve dijital ikizi arasındaki kapsam farkı her geçen gün azalmakta.

Ülkemizde sigorta sektöründe yukarıda bahsettiğim bütüncül hizmeti verebilen, A’dan Z’ye bir sigorta şirketinin dijital ikizini oluşturabilecek seviyede hem stratejik danışmanlık hem de yaratıcılık faaliyetlerini yürütebilen bir kurumu, bu yazıyı hazırlarken yaptığım araştırmalar sırasında bulamadım. Her talebin kendi arzını yarattığı günümüzde, demek ki sigorta şirketlerinin henüz böyle bir talebi olmamış. Sürecin küçük parçalarını gerçekleştirebilen birçok şirket olmasına ve büyük sigorta şirketlerine hizmet vermelerine rağmen hiçbirinin bu bütüncül bakış açısını ortaya çıkarabilecek yetenekte ekibe ve yeterli tecrübeye sahip olmadığı sonucuna ulaştım. Ancak bu furya yakın zamanda ülkemize de gelecek ve danışmanlık şirketlerinin dijital ikiz hizmeti veren ajansların peşine düştüklerini, kendi sektörel stratejik deneyimlerini dijital ikizlerin yaratılması için kullanacaklarını görebileceğiz.

#DigitalTwin, #InsurTech, #MeFreeEasy, #InsuranceValueChain, #PLM, #ProductLifeCycle, #Holistism, #Simulation, #ZeynepStefan

 3,519 total views

Sigorta Sektörünü Dönüştürecek Kahramanlar: Start-Up’lar

2012 yılında kavramsal olarak tartışılan, 2014 yılında şirketlerin süreçlerini kağıtsız olarak devam ettirmesi kararı (paperless) ile devam ettirilen ve son aşamada dijitalizasyon ile resmiyete dökülen sigorta sektörünün günümüz teknolojisini yakalama hamlesi InsurTech, artık sigorta şirketlerinin bir numaralı gündemi. Operasyonel maliyetlerin azaltılması ve düşük faiz ortamında daha kaliteli bir finansal yapıya sahip olunması amacıyla çıkılan yolda, yıkıcı teknolojiler (blockchain, AR, VR, IoT, AI, drone, robot, 3D) sigorta değer zincirinin beş ana maddesinin hepsine (ürün ve servis geliştirme, pazarlama ve satış, poliçe üretimi, hasar ve yan hakların yönetimi, varlık yönetimi) etki eden dönüştürücüler haline geldi. Bu zorlu ve aynı derecede heyecan verici yolun en büyük kahramları ise start-up’lar.

Sigorta sektöründeki start-up denen küçük oluşumlar (çoğuna henüz şirket bile diyemiyoruz) iyi eğitimli ve dijital yaşayan gençler tarafından, sigorta gibi yüzyıllara yayılan geçmişi olan ve sosyo-ekonomik hayatta büyük bir etkiye sahip bir sektörü talep ettikleri hıza ve erişim kolaylığına ulaştırabilmek amacıyla kurulmakta. Bazılarının sektörün nasıl evrilmesi gerektiğine ilişkin bir vizyonu, bazılarının bu vizyonun daha elle tutulur hale gelmiş olan fikirleri var. Bazıları ise bu fikirleri geliştirerek ürünlere dönüştürmüş durumda. Ortak noktaları ise sigortacılığın yeni çağın ve bu çağın tüketicisinin taleplerini karşılayamadığı görmeleri. Sigorta şirketleriyle ilişkileri işte bu aşamada başlamakta. Sigorta şirketlerinin teknoloji ile birlikte gelişen risklere ve hızla değişen müşteri taleplerine en hızlı cevapları, kendi bünyelerinden değil birlikte çalıştıkları start-up’lardan gelmekte. Örneğin Allianz, start-up’larla olan ilişkisini bir fil büyüklüğündeki şirketin gerçekleştirdiği işriblikleri ile dans edebilir hale getirilmesi olarak özetlemişti.  (DIA Munich Nazim Cetin – Gustaf Agarson sunumu). Sunumda dinleyicileri güldürmesine rağmen bunun hiç kolay bir dönüşüm olmadığını hepimiz tahmin edebiliyoruz.

Sigorta sektöründeki bütün oyuncuların (bu gruba sigorta, reasürans şirketler ile birlikte brokerler ve acenteler de dahil edilmeli), büyüklükleri ne olursa olsun InsurTech ekosistemlerinin sunduğu çözümlere en erken ve öncelikli olarak sahip olabilmek için yapmaları gereken öncelikle kurumsal gelecekleri için net bir strateji oluşturmak, önceliklerini ve uzak durmak istediği alanlarını belirlemek ve son olarak InsurTech ekosistemlerini çok çok yakından takip etmek. Doğru yatırımlar ile yaratılacak maksimum fayda ancak bu bileşenler ile sağlanabilmekte.

Sonuç olarak yeni bir atmosferde yaşamak zorunda kaldığımız için sigorta sektörünün bütün oyuncularının kafası ortamdaki toz bulutu nedeniyle biraz karışık. Bazıları uzun tarihsel geçmişlerinin verdiği güvenle bekleyip görelim derlerken, bazıları bu geçmişe aldanmayarak iş hayatına yeni atılmış gençlerle pazarlığa oturmakta ve fikirlerini artık değiştirilemez denen organizasyonlarına dahil etmeye uğraşmakta. InsurTech yatırım grafiğinde ise toplam yatırım miktarı sürekli artarken yapılan yatırım işlemlerinin sayıları sürekli azalmakta. Yani, iyi fikirler erkenden kapılırken birçoğu da InsurTech’in tozlu (?) raflarında yerini almakta. Ülkemizdeki erken yatırım ortamı ise büyük bir avantaj. Avrupalı yatırımcıların yaptıkları doğruları hemen uygulayıp hatalarından kaçınmak için çok elverişli bir dönemdeyiz. Ve sigorta sektöründe gelecek, asla kenarda bekleyenlerin olmayacak. Şimdi bütün kaynaklarla InsurTech ekosistemi içerisinde olma zamanı!

#InsurTech, #Startups, #InsuranceValueChain, #DisruptiveTechnologies, #InsurTechEcosystem, #ZeynepStefan

 1,337 total views

InsurTech Hub Turkey

Even if it does not have a long path in European market, InsurTech has a short and but very passionate story in Turkey. With its chronical long term problems; like insurance awareness, penetration, density, lack of wide-range saving products etc.; the Turkish industry leaders strongly believe the importance of insurance sector in Turkey’s financial systems and current low rates should be definitely increased.  For making this wish real, InsurTech Hub began its journey couple of months ago with its strong insurance background and the trust on Turkish financial markets. And, at the beginning of its long and challenging way, the Hub was humbly honored to be one of the business partners of DIA (Digital Insurance Agenda), the most inspiring InsurTech event of Europe.

Founder of InsurTech Hub Fatih Acar, General Manager Andrew Warburton and me, as the Chief Editor, participated in the Munich located event. Besides more than 1000 participants from all European and Asian markets, we inspired with the stage performances of 50 hand-picked InsurTech start-ups and keynote speeches of 9 insurance leaders.

The most important feature of the two-day event that should be underlined was its holistic view on insurance sector. All participants showed us a different view from this promising business and brought in different prospects. Nevertheless, I had an incredible chance for making an interview with fabulous Vincent Everts about the Hub and summarized our mission and current operations. You will find the interview at the following link. Please reach us for your further thoughts and comments.

#InsurTech, #InsurTechHubTurkey, #ProtectionGap, #ZeynepStefan

 3,188 total views

‘Amazonifizierung’

Alman medyasının önde gelen oyuncularından Handelsblatt’ın 5 – 6 Kasım 2018’de Münih’te düzenlediği ve Alman sigorta şirketlerinin çoğu CEO’sunun sunumlarını gerçekleştirdiği ‘Strategiegipfel Versicherungswirtshaft’ etkinliği bence sigorta sektörünün bugününü ve gelecekte dönüşebileceği yapıyı anlamak adına müthiş bir organizasyondu. Zurich Insurance Group, Generali Deutschland, MEAG, Google Deutschland, Axa Deutschland, Aegon N.V. CEO’larının konuşmaları ile başlayan iki günlük etkinlik, Allianz CEO’su Oliver Bäte’nin sunumu ile sonlandırıldı. Konular ise dönüp dolaşıp yine ve yine Amazon ve Google’a çıktı 🙂

Şirketlerin ortak dertleri bütün dünyada olduğu gibi, müşterileriyle yeterli iletişimi gerçekleştirememeleri, satın alma süreçlerinde gerçekleşen köklü değişikliklere nasıl uyum sağlayacakları, InsurTech ile birlikte değişen sigorta sektörü değer zincirine (insurance value chain) nasıl cevap verecekleri, teknoloji şirketlerinin sigorta sektörüne gösterdikleri yoğun ilgi olarak sıralandı. Bu maddelerin hepsi ayrı bir yazı konusu olabilecek başlıklar ancak içlerinden en popüler olanı ile devam etmemiz yerinde olacaktır.

Teknoloji şirketlerinin sigorta sektöründeki şirket-müşteri uzaklığını görüp burada kendileri için bir fırsat aramaları aslında yeni bir hikaye değil. 2012 yılından beri Avrupa piyasasında dağıtım kanallarını on-line olan değil artık on-line doğan müşterilerinin taleplerine nasıl cevaplar vereceği zaten tartışılagelmekte ve aradan geçen uzun zaman bize teknoloji şirketlerinin bu hevesinin geçici olmadığını da gösterdi. Ancak bu toplantıda sigorta sektöründe CEO seviyesinde teknoloji şirketlerinin aslında ne yapmak istediklerine dair fikirlerin de net olmadığını ve farklılıklar gösterebildiğini görmüş oldum. Örneğin sunum yapan CEO’lardan biri Amazon ve Google gibi teknoloji şirketlerinin sigorta sektöründe sadece müşterilerinin peşinde olduklarını, sigorta sektörü iş zincirinin (insurance value chain) diğer alanlarıyla, örneğin UW, ilgilenmediklerini belirtti. Tam bu açıklamanın bende yarattığı şaşkınlık anında yazıya koyduğum resim çekilmiş olmalı. Çünkü cevap, piyasada olanın tam tersini yönde. Çok açık ki, uzun yıllardır yaptıkları yatırımlarla müşterileri yerine düşebilir bir algoritma yaratan ve müşterilerinin gelecek davranışlarını tahmin edebilir hale gelen bu şirketler için sadece düşük komisyon gelirleri için sigortacılık yapmak kesinlikle yeterli olmayacaktır. Google, bu konudaki planını daha çok dağıtım kanalı optimizasyonu üzerine kurduğunu (?) belirtse de Amazon’un aktüer istihdamına başladığı biliniyor. Dolayısıyla ortada açık bir fikir ihtilafı söz konusu. Şirket yöneticilerinin kritik konulardaki politik yanıtları malum, belki de ne olduğunu zaten biliyolardır ve dinleyiciler açısından komik duruma düşme pahasına bir stratejileri olmadığını söylemişlerdir. Şimdilik bunu bilemeyiz ancak bildiğimiz şey ‘Amazonlaştırma’ diye Türkçe’ye çevirebileceğimiz ‘Amazonifizierung’un bence farklı bir şekilde de ilerleyebilecek olması. Kısaca anlatayım.

Beyaz Mercan Resifleri

Mercan resifleri, iklim değişiklikleri veya fosil yakıtlar gibi olumsuz etkenler sayesinde mevcut şekillerini korumakta ancak renklerini kaybetmekte. Eğer suyun ısısı veya diğer dış etkenler 6  veya 8 hafta içerisinde normale dönmez ise de tamamen ölmekteler. Yani formlarını koruyorlar ancak bembeyaz oluyorlar ve artık genişlemiyorlar. Amazon’un sigorta sektörüne yapabileceği etki bana biraz bu trajik olayı hatırlattı. Sektörde farklı şirketler olmayacak, var olan ‘White-Label’ sigorta şirketlerinin sağladığı sigortacılık hizmeti, Amazon müşterileri ve Amazon’un müşteri memnuniyeti. Dolayısıyla sigorta şirketinin A, B veya C olması faketmeyecek, bütün değer Amazon için yaratılacak. Bir nevi sigorta şirketi ve acente ilişkisi sürecinin ters çevrilmiş hali gibi. Dağıtım kanalı sigorta şirketi için çalışmıyor ancak sigorta şirketi dağıtım kanalı için çalışıyor. Resmi biraz daha net görebilmek için sigorta değer zincirine (insurance value chain) geri dönelim ve sektöre girmek isteyen teknoloji şirketlerine topluca X şirketi diyelim.

Değer zincirindeki beş ana aktivite; ürün ve servis geliştirme (product-service development), satış ve pazarlama (marketing and sales), poliçe üretimi (policy administration), hasar yönetimi (claims management) ve varlık yönetimi (asset management). Ürün ve servis geliştirme, müşteriye en yakın noktada olduğu için X şirketinin elinde olacak. Müşterisinin ihtiyaçlarına yönelik özelleştirilmiş ürünler konusunda yeterince alt yapıya sahip ve hızlı davranabiliyor. (Dijital dünyanın üç ana koşulu olan ‘Me-Free-Easy’den ‘Me’ ve ‘Easy’ koşulları). Satış ve pazarlama tamamen kontrolünde. (‘Free’ ve ‘Easy’ koşulları – Bu konudaki Mart 2018 tarihli yazıma buradan ulaşabilirsiniz). Poliçe üretimindeki iki süreç, UW işlemleri ve ödemeler. Ödeme süreci zaten kontrolünde ve UW işlemleri için şimdilik sigorta şirketlerine ihtiyacı var. Hasar sürecinde yer alan dört adımın; hasarın bildirilmesi, hasarın değerlendirilmesi, hasar ödemesi ve suiistimal kontrolü; sadece ikisinde (hasarın değerlendirilmesi ve olası suiistimallere karşı önlemler) sigorta şirketinin tecrübesine ihtiyaç duyabilir. Varlık yönetimi ise tamamen kendi kontrolünde. Gerçek sigortacılık dünyasında önem dereceleri aynı olmamakla birlikte bu iş modeli için değer zincirindeki adımları eşitler ve genel olarak her birine %20 dersek, sürecin %80’i zaten X şirketi tarafından yürütülebilecek durumda, %20’si için ‘şimdilik’ sigorta şirketleri ile birlikte bir model kurma ihtiyacında. Bu çok çok basit analiz bile sektöre girmek için teknoloji şirketlerine yeterli motivasyonu vermekte.

http://www.sigortagundem.com/yazarlar/amazonifizierung-yazisi/1367498

#InsurTech, #Amazonifizierung, #MeFreeEasy, #InsuranceValueChain, #ZeynepStefan

 1,841 total views