“To be inclusive, or to be extractive; that is the question!”
Daron Acemoğlu, akademik çalışmalarını yakından takip ettiğim, yaptığı her araştırmada iktisadi ezberleri bozduğunu düşündüğüm ve bu değerli araştırmaların en kısa zamanda Nobel ile taçlandırılması için bol bol dua ettiğim ve kendi çapımda lobi yaptığım (J) çok değerli bir bilim adamı. İncelediğim ve araştırmalarımda kullandığım birçok makalesinin yanında ‘Why Nations Fail’ kitabı okuduğum ilk kitabı. Kitabı, Türkçe çevirisinden 2010 yılında okumaya başladım ise de o dönemdeki iktisat bilgim kitabın önemini anlamama yeterli olmadığından kısa zamanda sıkılmıştım. 2017 yılında orjinal dilinden okuduğumda ise elimden bırakamadım. Şimdi yeni kitabı ‘Narrow Corridor’ raflarda ve yeni yıl hediyesi olarak kendime hemen bir tane aldım. Henüz okumaya başlamadan önce ‘Why Nations Fail?’ kitabı ile ilgili notlarımı tekrar gözden geçirdim ve aradan geçen 3 yılda elde ettiğim özü bu yazıyla sizinle paylaşmak istedim.
Acemoğlu ve Robinson’un kitaplarında verdikleri örneklerle birlikte tekrarladıkları varsayım ulusların yükseliş veya düşüş süreçlerinin idari ve politik yapıyı oluşturan kurumların ne kadar kapsayıcı (inclusive) veya dışlayıcı (extractive) olduğu ile bağlantılı olması. Kapsayıcı kurumlar beraberinde iktisadi kalkınma ve zenginliği, dışlayıcı kurumlar ise kısa süreli bir büyüme gerçekleştirse bile sürdürülemez olduğundan iktisadi fakirleşmeyi getirmekte, üstelik istisnasız her seferinde! Bu tezlerini Venedik, Roma, kuruluş dönemindeki Amerika kolonileri ve Kongo Cumhuriyeti gibi tarihteki farklı ulusların hikayeleri ile destekleyen Acemoğlu ve Robinson tarafından verilen örneklerden en etkileyicisi benim için Venedik – Murano oldu. Bir zamanlar kurumlarının yapısına işlemiş inovasyon ve yaratıcılık ile benzersiz bir düşünce ortamı sunabilmiş ve gerçekleştirdikleri her faaliyet ile kapsayıcılığı benimsemiş bir düzen oluşturmuş döneminin Silikon Vadisi Murano, kapsayıcı kurumlarını ne yazık ki devam ettirememiş. Kapsayıcı kurumların getirdiği zenginlik, bu zenginliğe sahip olan çevreler tarafından korunmak istenmiş ve sistem bizzat zenginleştirdiği kişiler tarafından dışlayıcı hale getirilmiş. Bütün o ihtişam ve yaratılan katma değer zamanla kaybolmuş ve sadece cam sanatıyla anılır olmuş. Ne acı bir dönüşüm değil mi? Kitapta detaylı olarak incelenen Bostwana, Çin, Amerika Birleşik Devletleri’nin güney yakası gibi dışlayıcı kurumlara sahip toplumlarla birlikte İngiliz reform süreci, Fransız devrimi ve Japonya’daki Meiji restorasyonu da kapsayıcı yapılara dair de örnekler verilmekte. Mevcut dışlayıcı kurumlarını kapsayıcı olanlar ile değiştirmek mümkün ancak süreç hem zor hem de toplum tarafından hayata geçirilecek gerçek bir çaba gerektirmekte. Dönüşüm kesinlikle otomatik olarak gerçekleşmiyor. Acemoğlu ve Robinson’ın altını özellikle çizdiği gibi ekonomik birimler halkın tercihlerinin bir sonucu olarak ortaya çıkmakta. Bu birimlerin faaliyetleri de nihayetinde politik birimleri şekillendirmekte ve dışlayıcı iktisadi birimler beraberinde dışlayıcı politik kurumları getirmekte.
Kapsayıcı iktisadi kurumların devamlılığını ise politik istikrara bağlayan yazarlar, istikrarsızlık durumunda her türlü sahiplik olgusunun zarar göreceğini ve bunun da iktisadi gelişmeyi sınırlayacağını da sözlerine eklemekteler. Bu kuralın İspanya’nın 1516 yılında gerçekleştirmeye başladığı sömürgecilik faaliyetlerinden beri istisnasız uygulandığının da altını çizmeliyiz. Kişisel hakların zedelenmesi ile birlikte monopol oluşumların ortaya çıkması ve fayda üretiminin inovasyon ve verimlilik ekseninden çıkar ilişkilerine kayması da güzel günlerin bitmeye yakın olduğunu gösteren bir diğer işaret. Kitapta bu değişimi yaşamış birçok topluluğun öyküsü anlatılmakta. Ancak birbirinden hem kültürel hem de coğrafi olarak bu kadar farklı ve uzak olan toplumların hepsinin yükseliş ve çöküş dönemlerinin nedenleri bakımından bu kadar benzer olması beni inanılmaz şaşırttı. Sanki ilahi bir kural hiç şaşmadan her seferinde işlemekte. Kuzey ve Güney Kore, Amerika Birleşik Devletleri ve Latin Amerika arasındaki gelişim ve modernleşme farklılıklarının nedenleri de aynı eksen çerçevesinde açıklanmakta: Kapsayıcı ekonomik birimler ekonomik faaliyetlerin gelişimini desteklemekte, üretimi ve zenginleşmeyi arttırmakta. Bununla birlikte kişisel hak ve edinimlerin korunması beraberinde fon sahiplerinin yatırım iştahını getirmekte ve verimliliği arttırmakta.
Acemoğlu ve Robinson, yaratıcıkla beslenen ve sürdürülebilirlik isteyen değişim süreci olmadan gerçekleştirilen her ekonomik büyüme hamlesinin kısa bir dönem devam etse bile hızla sona ereceğini ve elde edilen kazanımların da aynı hızla kaybedileceğini belirtmekteler ve örnek olarak Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği arasındaki uzay faaliyetleri yarışını göstermekteler. Günümüzde Çin’in demokrasisiz bir büyüme modeli için mükemmel bir örnek olduğuna dayanan tezleri de bu görüşle birlikte ait olduğu fikir çöplüğüne atmakta Acemoğlu ve Robinson. Ben, Çin’in alternatif bir büyüme modeli olarak gösterilmesinin asıl nedeninin bu fikre sahip kişi veya kurumların sahip oldukları mevcut gücü (öncelikle iktisadi ve sonrasında politik güç) korumaya yönelik çabaları olduğunu düşünmekteyim. Acemoğlu ve Robinson’un da belirttiği gibi endüstriyel devrim ile değişen iktisadi dengeler beraberinde değişen politik dengeleri de getirmekte. Yani bir çıkar grubu iktisadi etkinliğini kaybettikten sonra sıra politik etkinliğine gelmekte. Politik dışlayıcılık ile toplum tarafından üretilen toplam refahı ufak bir grubun inisiyatifine sunan iktisadi kurumlar arasında bu koşullar çerçevesinde simbiyotik bir ilişki de ortaya çıkmakta ve bu yapılar birbirinden beslenmekteler. Dolayısıyla mevcut durumu, etkin olmasa bile savunma ve referans gösterme eğilimindeler. Kim yerse!
Kitapta dile getirilen diğer bir önemli husus ise düşük eğitim standartlarını sonuç yetersiz ekonomik performansı neden olarak gören genel kabul görmüş düşüncenin aksine Acemoğlu ve Robinson’ın düşük eğitim standartlarını neden yetersiz ekonomik performansı sonuç olarak tespit etmeleri. Bu perspektiften baktığımızda ulus içerisindeki yetenekli bireylerini yeteri kadar eğitemeyen bir sisteme sahip ülkenin ödediği bedel gerçekten çok yüksek ve girdiği kısır döngü gerçekten çok yıkıcı! Acemoğlu ve Robinson’un tespit ettiği gibi dışlayıcı kurumların temelinde yer alan yaratıcı ve dönüştürücü yıkım faaliyetlerinden duyulan korku da bence aslında bu eğitim sisteminin bir sonucu.
‘Why Nations Fail’ kitabında da bulduğum ve benim de risk yönetimi kariyerimin temelinde olan bir kavram söz konusu; ‘fine-tunning’ (ben bu kavramı küçük ancak sürekli değişim olarak çeviriyorum). Kapsayıcı kurumlar beraberinde mutlaka ‘fine-tunning’ gerektirmekte. Yani kapsayıcı kurumların devamlılığının garantisi kesinlikle yok. Kurulabilir, ancak devam ettirilmesi gerçekten zor bir iş. Çünkü kapsayıcı kurumlarla kendi iktisadi gücünü yaratan veya mevcut iktisadi gücü kendisine transfer eden kişiler yaratıcı gelişimin sınırlarına geldiklerini bu güçlerini korumak için sistemi değiştirmeye yönelmekte ve kapsayıcı yapıyı dışlayıcı bir yapıya çevirmeye çalışmaktalar, Murano örneğinde olduğu gibi. Bu niyetin başında tespit edilip önlemin dönüşüm başlamadan alınması ve sistemin tamamen olumsuz olarak değişmesini beklemeden küçük ama sürekli dokunuşlarla (‘fine-tunning’) mevcut inovatif yapının korunabilmesi büyük önem taşımakta.
‘Why Nations Fail’ harika bir kitap! İktisadi ve sosyal disiplinlerde farklı ve çok önemli sonuçlar çıkarabildiğim ve bitmesini hiç istemediğim bir çalışmaydı. Sindire sindire, üzerinde düşünerek, bazı yerlerde itiraz edip bazı yerlerde kesinlikle diyerek sonuna geldiğim güzel bir düşünsel yolculuk oldu. İktisadi gelişim, toplumların yapısı ve tarihsel perspektif gibi farklı ancak ilintili birçok disiplini içerisinde barındıran harika bir eser. Bu güzel çalışma için Acemoğlu ve Robinson’a bir kere daha teşekkür ederim.
#WhyNationsFail, #DaronAcemoglu, #Inclusivity, #Extractivity, #FineTunning, #AizaConsulting, #ZeynepStefan
2,208 total views