SORULAR VE DENEYİMLER

Bazı felsefi sorular o kadar kritik ki bütün iş planlarınızı şekillendiriyor. Dikkate alınmadığında ise tıpkı yanlış iliklenmeye başlayan düğmeler gibi oluyor ve sonunda ‘Yanlış bir yol doğru gidilemiyor’. Bu sorulardan en şekillendirici olanları ‘Nasıl bir şirket ve nasıl bir kültür?’, ‘Nereye varmak?’ olsa gerek.

Nitelik mi? Nicelik mi?

Geçtiğimiz hafta FODER’in organizasyonunda Ömer Aras’dan Deneyimler kitabını dinledik. Yazarı ile sohbet edebilmek ve belki bir iki soru sorabilmek için kitabı birkaç günde bitirdim. İyi ki de okumuşum, bu sene beni kendi alanında şaşırtan ikinci kitap oldu. (İlki Prof. Dr. Hakan Karataş’ın Hayatta İş, İşte Hayat kitabıydı.) Yoğun ilgiden dolayı sorularımı soramadım ancak kitabın bana sordurttuğu soruları sizinle paylaşmak isterim.

Bu sorular o kadar önemli ki hem çalıştığınız yapıyı hem de kurmak istediğiniz oluşumu ve bunların nasıl yol alacağını belirliyor. Örneğin ulaşmak istediği hedef için yönetici kendinden iyilerin peşine düşecek mi? Düşebilecek özgüvene sahip mi? Ekibin başarısı yöneticilik yetkinliğinin en önemli kanıtı ise özgüven sahibi bir yöneticinin de kendinden iyilerin peşine düşmesi, ilkeli ve nitelikli bir yönetim ortaya koyması gerekli. Kendinden daha genç ve iyi eğitimli kişileri yönetmeye hazır mı? Yaşanan deneyimin işte geçirilen yılların sayısından daha önemli olduğunu anlayabilecek mi? Beraber çalıştığı kişilere karşı örnek olmak ve şu üç özelliği hep beraberinde taşımak için yeterli enerjisi olacak mı?: Tevazu – Entelektüel Merak- İyimserlik

Peki fikrini ve dolayısıyla şirketini büyüttükçe ‘katılımcı karar alma ilkesini’ de devam ettirebilecek mi? Yoksa hatayı kaldırma gücüne güvenip belki de hayatta bir kere karşısına çıkabilecek fırsatları geri mi tepecek?

Iskalamak veya Iskalamamak!

Bu noktada yöneticinin yaratıcılık sorumluluğuna da değinmeliyiz. Analizden paralize olmadan, bilinçli devam ettirilen iyimserlik ve birlikte başarmayı isteme motivasyonu ile en iyileri kadrosuna katabilecek mi? Veya doğru kişiyi doğru göreve getirebilecek mi? Veya özgüven sahibi bir takım oluşturabilecek mi? İlkeli ve nitelikli bir yönetim inşa ederek mali gücü beraberinde sağlayabilecek mi? Peki değişimi ıskalama riskiyle (strategic risk) nasıl baş etmeli? Yarattığı kurumun risk iştahını iki dudağı arasında sınırlamak yerine en etkili risk yönetimi çözümü olan en iyilerle çalışmayı, onlara hareket alanı vermeyi ve yaratıcılıklarını desteklemeyi başarabilecek mi?

Kitaptaki önemli bulduğum tespitlerden bir tanesi şirketlerde gözlemlenen kötü yönetim örneklerinin aslında iki ana nedeni olduğu: Art niyet ve Yetersizlik. Hangisi daha çok kabul edilebilir, bir risk yöneticisi olarak değerlendiremiyorum bile!    

Radikal Kişiselleşme

Bu yapısal sorularla birlikte kitapta özellikle altını çizdiğim bir kavram vardı: Radikal Kişiselleşme! Bu kavram aslında kitaptaki iki önemli olguyla; platformlaşma ve sürdürülebilirlik; çelişen bir kavram. Günümüzdeki açık bankacılık uygulamalarından tutun ileride daha çok konuşacağımız açık sigortacılığa kadar birçok yeni oluşumun platformlaşma ve sürdürülebilirlik özellikle çerçevesinde şekillenmesini beklemekteyiz. Böylece Deneyimler kitabının bana düşündürttüğü en önemli soruya gelelim: Radikal kişiselleştirme bu kadar kritik ise nasıl bir platformda bir araya gelebilecek ve yarattığı değerler sürdürülebilirlik özelliğine sahip olacak? Cevap bir sonraki yazıda.

#ZeynepStefan, #AIZA, #FinancialDeepening, #Platformisation, #Sustainability, #ESG

 896 total views

AKIŞ – aktım, akıyorum, yine akarım!

Bayılırım ‘link’lemeye. Üşengeç olduğumdan değil, yeni formlar vermek hoşuma gittiği için. Bu yüzden sigortayla finansal derinleşmeyi linklerim, inovasyonla İslami iktisadı linklerim, ödeme sistemleriyle finansman opsiyonlarını linklerim, koçlukla mentorluğu linklerim. (multi tasking ile karıştırılmasın lütfen, o kadar sığ değil)  Prof. Csikszentmihalyi’nin Akış kitabını da Albaraka’da tanıdığım harika mentorumun tavsiyesiyle bu çerçevede okudum. Hem sevdiklerim için, hem akademik hayatım için, hem de kariyerim için bu üç çok ayrı ama çok bağlı perspektiften neler kazanabilirim ve ileride başkalarına da kazandırabilirim diye okudum.

Aktı gitti diyemem, genel olarak ‘kişisel gelişim bla bla’ kitaplarına karşı olan önyargımdan. Ancak Prof. Csi bu kadar önyargımla beni öyle bir çekti ki sonrasında gerçekten aktı gitti kitap adı gibi.

Kitapta çekilmeye çalışılan derinlik çok ilginç, sanki elinizin altında her şey varken, kolayca ulaşabilecekken zor yoldan gitmenin verdiği acı, ıstırap ve sonunda müthiş haz – yani akış. Okurken çok farklı kişiler de geldi aklıma, mesela iki büyük ailenin iki genç üyesi. Birisi bu geniş imkân denizini daha fazla kadınla birlikte olmak için kullanıyor, diğeri de bu maddi gücü o kadar akıllıca yönlendiriyor ki inanılmaz niş alanlarda yüksek hazza imza atabiliyor. Ne kadar yakın kaynaklarla ne kadar uzak sonuçlar. Tümden gelim gibi düşünün, aşağıda benim kitaptan çıkardığım sonuçları, ki ilk defa bir kitaptan böyle maddeleri sıralıyorum, bulacaksınız. Nasıl gerçekleştireceğimiz konusu ise sınırsız değişkenlikteki metotlarla bize bağlı.

Temel Hedef: Özlerin bütünlüğünü korumalı ve sürekli hayatın üzerinde nasıl ustalaşacağını düşünmeliyiz. Kendine odaklı olmayan bireyselciliğimizi oluşturmalı ve çıkarcı olmayan güçlü amacımızı yaratmalıyız. Belleğimizi bilgi kalıplarıyla doldurarak, otonom yani kendi kendine yeten biri olmayı amaçlamalıyız. Böylelikle iç güdüleriyle motive olan bir hayvandan bilinçli, hedef odaklı ve becerikli bir insana dönüşeceğiz.

  1. Akış: Akış, bilinçte düzendir.
  2. Bilinç: Özümüzü güçlendirmeli, bilincimizi kontrol etmeliyiz. Bilinç katı bir doğrusal sistem değildir. Döngüseldir, nedenselliği vardır. İnsan kendi bilincinin akışını mümkün olduğunca sık bir biçimde yaşayacak şekilde organize ettiğinde hayat kalitesini inanılmaz arttırır.
  3. Deneyim: Amaç deneyiminin iradeyle dönüştürülebilmesi ve dönüşümsel başa çıkmada ustalaşmaktır. Hayatımızın kalitesini iyileştirmek için deneyimimizin kalitesini iyileştirmeliyiz. Optimum deneyim için ihtiyacımız olanlar: netlik – derin konsantrasyon – tercih – bağlılık – yüksek ve dengeli zorluklar – beceri.
  4. Dikkat: Elimizdeki aktiviteye odaklanarak diğerlerinin görmediği yerlerde eylem fırsatlarını görmeliyiz. Dikkat özümüzü şekillendirir ve karşılığında onun tarafından şekillendirilir. Dikkat süreçlerini iyi kontrol etmeliyiz, kendi isteğimizle bilincimizi kapayabilmeli ve dikkatimizi verimsiz ve olumsuz olaylarla meşgul etmemeliyiz. Çünkü dikkat deneyimin kalitesini iyileştirmek için en iyi araçtır.
  5. Enerji: Psişik enerjimizi harcayarak hazza ulaşmalıyız ve bu aktivitede kaybolmalıyız. Psişik entropiyi ise mümkün olduğunca azaltmalıyız. Enerjimizi çevreye sahip olmaya değil onunla uyum içinde yaşamaya harcamalıyız.
  6. Haz: Haz, sıkıntı ve endişe arasında ve zorluklar kişiyi harekete geçme kapasitesiyle dengelendiğinde ortaya çıkar. Onu kontrol ettiğimizde ve daha büyük bir karmaşıklığa doğru geliştirildiğinde ise artar.
  7. Hedef: Öyle bir nihai hedef bulmalıyız ki bir ömür boyunca psişik enerjimizi harcamaya değecek zorlukta olsun.
  8. His: Seçilen hedeflere dayanarak yeterince güçlü bir ön his geliştirmeliyiz.
  9. Karmaşıklık: Artan karmaşıklığa bağlı artan hazzı amaçlamalıyız.
  10. Kontrol: Nihai kontrol bilincin içeriğini belirleme özgürlüğümüzdür.
  11. Ototelik: En kısır ortamda bile akış deneyimini yaratabilme becerisidir, kendine yeten hedefleri olan özdür.
  12. Öz: Öz hedeflerin toplamı ve düzenidir. Kişi hedeflerini değiştirirse özü de değişir. Eski hedefler değiştirilmedikçe entropiye yani iç çatışmaya dönüşür. Özün bütünlüğü, nötr ve yıkıcı olayları alıp onları olumlu olaylara dönüştürme becerisidir.
  13. Ruh: Ruhumuz her zaman erdeme uygun etkinliklerde olmalı.
  14. Sınav: Nadiren sıkılan, anın zevkini çıkarmak için sürekli hoş bir çevreye ihtiyacı olmayan kişi yaratıcı bir hayata ulaşma sınavını geçmiştir.
  15. Sonuç: Nereden başladığın önemli değil; hedefini seç, becerini geliştir ve konsantre ol.

#ZeynepTuran, #AIZA, #AboutMe

 1,426 total views

40 Yaşım

00.30 – Fethiye

Yaklaşık 13 saat sonra harika bir 40 yılı geride bırakmış olacağım. Bu yaşıma, aldığım nefese, sahip olduklarıma bin şükür. Mensup olduğum jenerasyonun aksine yaşımı hiç saklamadım. Yaşanmamış/yaşanamayan bir ömür içerisinde olanın, vardığı nokta ile olmak istediği yer arasında önemli bir fark olduğunu düşünen kişinin yaşını sakladığını düşünürüm hep. İnşallah önümüzdeki 40 yılda da saklama ihtiyacını hiç hissetmem, yaşınızı hiç göstermiyorsunuz gibi iltifat olduğu düşünülen sözlere de güler geçerim.  

2 sene önce doğum günümde 40 Yaşıma bir mektup yazmıştım (https://zeynepstefan.com/40-yas-40-kitap-4-dil-4-ulke-ve-4-diploma/). 40 yaşıma kadar yılda en az 40 kitap okumayı, günlük en az 40 sayfa okumayı, 4 diploma sahibi olmayı, 4 ülkede yaşamayı ve 4 dil konuşmayı istediğimi ve önümüzdeki iki senede bunları gerçekleştirmek için çalışacağımı anlatan bir mektuptu. 2 sene sonra 40 yaşıma girerken iki sene önceki bana bakıyorum. Bu dileklerimin hepsini, çok şükür, gerçekleştirmekle birlikte (4 ülke dışında, 3 ülkede kaldım😊) iki senenin sonunda kendime koyduğum hedeflerin ne kadar boş olduğunu düşündüm bugün. 40 yaşında, kariyerinde iyi bir noktaya varmış, iyi eğitim almış ve ömrünün artık şimdiye kadar aldıklarını ve öğrendiklerini paylaşacağı bir döneminde olduğunu düşünen biri olarak basit hedefler koymuşum dedim kendi kendime.

Bu sefer ne zamana kadar gerçekleştirebilirim bilmiyorum ancak biraz daha yapısal ve dönüştürücü hedefler belirledim eğer bir 10 sene daha bu kadar kitap okumak, bu seviyede spor yapmak ve beynimi gün içerisinde bu kadar yüksek konsantrasyonla çalıştırmak istiyorsam. Bu hedefimi de aslında herkesin bildiği bir ‘Tweet’de buldum: Az Ye – Az Uyu – Az Konuş.

Az yemek bu hedeflerin içerisinde muhtemelen en çok bilineni. Benim için ise az yemek aslında kendimi sonraki 40 yıla (inşallah) hazırlayacak bir temel, daha iyi tüketerek vücudumun her geçen gün azalan enerjisini daha faydalı kanallara aktarabilmek. Şerri olduğunu bildiğim anlık hazzın zamana yayılabilmesi için yapılması gereken. Vücudumun bu uzun yolda benimle yürüyebilmesi ve beynimi daha sağlıklı besleyebilmesi için gereken koşullardan biri ki son zamanlarda keşfettiğim bu zorlu ancak sonuçları fikren inanılmaz şekillendirici durumu uzun yıllar devam ettiririm umarım.  

Az uyumaktan anladığım ise aslında sadece az uyumak değil, uyumam gerektiği kadar, başımı yastığa daha huzurlu ve vicdanı rahat koyabileceğim kadar uyumak. Son dönemlerdeki gelip geçen sıkıntılarla birlikte zaten gerçekleştiriyor olmakla birlikte artık bilinçli şekilde bunu rutin haline getirmek 40 yaşımdan sonraki hayatım için yeni hedefim olacak.  

Az konuşmak ise bambaşka. Sadece az konuşmak değil; yerinde konuşmak, yeterince konuşmak, yeterince susmak ve belki de en önemlisi yeterince soru sormak; iletişimi kesmek ve çoğu zaman kafamda dolaşanlarla baş başa kalabilmek. Boş konuşmaya, gereksiz açıklamalara, belki de kendimi hiç gerçekten açıklayamayacağım durumlara akıtacağım enerjiyi daha fazla değer yaratacağım bir yere akıtmak ve öyle bir yer kesinlikle var. Özellikle az konuşma muhtemelen üzerinde en çok çalışmam gereken hedefim olacak ki ileride hala fikirlerinden faydalanılabilecek biri olmak istiyorsam öncelikle bunu başarmalıyım.

Bu üç hedefle birlikte son zamanlarda sadece taklitle başladığım ancak sonrasında beni ne kadar şekillendirdiğini gördüğüm iki durum var ki bana aslında bazı şeylerin böyle de başlayabileceğini, sırf birilerine göstermek için yapılabileceğini ancak sonrasında kendi derinliğini bulabileceğini gösterdi. Bu edindiğim ve uzun yıllar aksatmadan devam ettirmek istediğim iki alışkanlık ise umarım beni ömrümün sonuna kadar takip eder, elimden düşürmediğim bir kendi kendini hatırlama eylemi (tespih çekmek gibi) olarak benimle kalır.

Nice güzel ve her şeyden önce hayırlı yaşlara.

#ZeynepTuran, #AboutMe, #AIZA

Göcek, 11/07/2022 01.30

Harika bir yaşa harika bir doğum günü. Tıpkı bana benzeyen bir doğum günü. Daha önce hiç gitmediğim, görmediğim bir yerdeydim. İnşallah yeni yaşımda da birçok harika yeni deneyimim olur. Kardeşim, annem, en önemlisi evlatlarım. İnşallah yeni yaşımda da hep sevdiklerimle çevrili olurum. Daha önce gitmediğim bir yerde daha önce yüzmediğim sularda dalgalarda battım çıktım. O alabildiğine geniş ve kimsenin olmadığı kumsalda o yoğun dalga sesinin bin yıllarca yankılandığını ve benden sonra da belirlenen zamana kadar yankılanıp duracağını gördüm. Ne kadar ufak ne kadar sıradandım. O büyüklük ve kumsaldaki o genişlik beni belki de ilk bebeklik anıma götürdü. Belki sadece hayal ürünü bu anı. Köşede yüzüm duvara doğru oturuyorum halının üzerinde. Ne kadar küçük olduğumu anladığım ilk an. Üzerinden en az 39 yıl geçtikten sonra da yine aynı his. Kocaman, ıssız bucaksız bir kumsal. Kimse yok. Tuzlu olmayan daha soğuk bir su ile birleşiyor ve uzuyor da uzuyor. Yürüsem bitmez, yüzsem bitmez, rüzgârı bitmez. Köşedeki antik kent Letoon ise bu sert rüzgârın ve dalgaların güçlü seslerini belki benden daha uzun süre dinlemiş kişilerin eski evi. Ne harika bir yapı. Pagan döneminin tapınaklarının taşlarından erken dönem Hristiyan bir bazilika yapabilen pragmatist insanlar. Ne şahane bir medeniyetmiş ve aslında o da ne kadar küçük kalmış. O ihtişam, o taşlar, o amfitiyatro gitmiş. Yerine taşlardan biten bitkiler ve bakmaya doyamayacağın zeytin ağaçları gelmiş. Bir şeyler yapıyorsun. Belki kendince harika. Ancak anlıyorsun ki bitecek ve yerine senden bağımsız daha harika bir versiyon gelecek. Biteceğini bile bile, bir gün kimsenin hatırlamayacağını bile bile yapmaya devam etmek. Nerden gelecek bu motivasyon? Bazılarının kaynağa ihtiyacı yokmuş.

Tabi ki sadece yüzmekle kalmadım, belki de haftalarca kaplumbağa yumurtalarını kirleten çöpleri de topladım. Tıpkı Prof. Dr. Aziz Sancar’ın söylediği gibi: ‘Gölgede kalanın izi kalmaz!’ Ben de gölgede kalmadım. O harika yerde elime plastik poşetler aldım, şişeleri, yakılmış çöpleri, sigara izmaritlerini topladım. Ayaklarım yandı kızgın kumda, ancak toplamaya devam ettim. İzimi bıraktım. Belki çok ufak, ama gidişatı değiştirebilecek kadar değerli. Toplarken sürekli dua ettim. Bu izmariti burada kuma gömen sigarayı bıraksın, bu çöpü atan ıslah olsun…

Harika bir gündü, en harika doğum günümdü. Hiç abartı değil, sadece tevekkül ve heyecan. Sadece samimi ve yalın. Sadece beklenmedik ve yakın. Belki ilk defa olduğumla, olamadıklarımla, neyim varsa, neyim yoksa farkına vararak geçirdiğim ilk gündü. Tam da yeni hedeflerime uygun oldu diye düşündüm. Şükrettim, şükrettim, şükrettim…  

 1,294 total views

‘İnsanın Anlam Arayışı’ / Domuz veya Aziz!

‘Eğer yüz binlerce insan yaşamın anlamına ilişkin çok az şey vaat eden bir kitaba yöneliyorsa, bu, insanların iliklerinde hissettikleri kavurucu bir sorun demektir.’

İnsan özgürlüklerinin sonuncusu; yani belli koşullar altında insanın kendi tutumunu belirlemesi, kendi yolunu seçmesidir. Bir insanın kendi kaderini ve içerdiği olanca acıyı kabul ediş yolu, kendi davasını seçiş yolu, ona, en ağır koşullar altında bile, yaşamına daha derin bir anlam katma fırsatı verir. İkinci defa yaşıyormuşçasına ve ilk kez şimdi yapmak üzere olduğumuz gibi hatalı hareket etmişçesine yaşamalıyız. Yaşamak için bir nedeni olan kişi, hemen her nasıla katlanabilir. Dünyadaki hiçbir güç yaşadığın şeyi elinden alamaz. (Du erlebst, kann keine Macht der Welt Dir rauben) Bununla birlikte yaşam iradesi bir kez kaybedilince de bir daha kolay kolay kazanılamamaktadır.

Tıpkı çok büyük bir atmosfer basıncı altında bulunduğu dalgıç hücresinden birdenbire ayrılması halinde, dalgıcın fiziksel sağlığının tehlikeye girmesi gibi, ruhsal baskıdan birdenbire kurtulan bir insanın, ahlaki ve ruhsal sağlığı da hasar görebilir. Bu ruhsal evrede, daha ilkel bir kişilik yapısına sahip olanların, kamp yaşamında kendilerini çevreleyen acımasızlıkların etkisinden kaçamadıkları gözlemlenmiştir. Onlar için değişen tek şey, eskisi gibi baskı altında olmak yerine şimdi artık baskıcı olmalarıdır. Kendi davranışlarını, yine kendi yaşadıkları korkunç deneyimlerle haklı çıkarma yoluna gitmişlerdi. Bu insanlar, kendilerine kötülük yapılmış bile olsa, hiç kimsenin kötülük yapma hakkına sahip olmadığı yolundaki sıradan gerçeğe ancak yavaş yavaş döndürülebilirdi. Sorumluluk terimiyle yaşanmadığı sürece, özgürlük yozlaşma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Her şey bir yana, insan, Auschwitz’in gaz odalarını icat eden varlıktır; ama dudaklarında duayla ya da Shema Yisrael ile gaz odalarına dimdik yürüyen varlık da insandır. Örneğin toplama kamplarında, bu yaşayan laboratuvarda ve bu sınav alanında, yoldaşlarımızdan bazılarının domuz gibi, bazılarının da aziz gibi davrandıklarına tanık olduk. İnsanın içinde her iki potansiyel de vardır ve hangisinin gerçekleşeceği koşullara değil, kararlara bağlıdır! Kişi bu farkın bilincinde olmadığı ve bireyin değerinin sadece o andaki yararlılığına bağlı olduğunu savunduğu takdirde, Hitler’in programıyla paralellik içinde acımasız ölüm programını, yani yaşlılık, hastalık, sakatlık, ruh hastalığı vb. nedenlerden ötürü toplumsal yararlılığını kaybedenlerin ‘acı çekmeden’ öldürülmesini savunmamasını, sadece söz konusu insanın kişisel tutarsızlığına borçlu oluruz.

İnsanın gerçekte ihtiyaç duyduğu şey, gerilimsiz bir durum değil, daha çok, uğrunda çaba göstermeye değer bir hedef, özgürce seçilen bir amaç için uğraşmak ve mücadele etmektir. Evine dönen tutuklu için yaşanan onca şeyden çıkarılan onurlu deneyim, çekilen onca acıdan sonra Tanrı’dan başka hiçbir şeyden korkması gerekmediği yolundaki harika duyduydu. ‘Kendi adıma huzur içinde geri dönüp bakabilirim; çünkü yaşamımın anlamla dolu olduğunu ve bu anlamı kazanmak için çok çalıştığımı, elimden geleni yaptığımı söyleyebilirim. Yaşamım bir başarısızlık değildi!’ Kamp yaşamının enden bulunur hazları, bir tür negatif mutluluk, Schopenhauer’in dediği gibi acıdan kurtuluş sağlar. Spinoza’nın Etika’da dediği gibi acı duygusu, buna ilişkin net ve kesin bir tablo oluşturduğumuz an, acı olmaktan çıkar. Kişi hizmet edeceği bir davaya ya da seveceği bir insana kendini adayarak ne kadar çok kendini unutursa, o kadar çok insan olur ve kendini de o kadar çok gerçekleştirir. Kendini gerçekleştirme denen şey, hiç de ulaşılabilir bir şey değildir. Bunun da basit bir nedeni vardır: Kişi buna ulaşmak için ne kadar çok uğraşırsa, bunu da o kadar çok kaçıracaktır. Başka bir deyişle, kendini gerçekleştirme, sadece kendini aşmanın bir yan ürünü olarak olasıdır. Yapılan hiçbir şey eski haline getirilemez ve hiçbir şey yok edilemez. Olmuş olmak, var olmanın en emin biçimidir. ‘Olasılıklar yerine, sadece yapılan için, yaşanılan sevginin değil, yiğitçe göğüslenen acılar dahil olmak üzere, geçmişin gerçeklikleri de var. Bu acılar kıskançlık uyandırmasa bile, insanın hayatında en çok gurur duyacağı şeylerdir.’

Bir bireyin anlam arayışı başarılı olduktan sonra bu onu mutlu kılmakla kalmaz, ona, acıyla başa çıkabilecek bir yeti de kazandırır. İnsanların yaşamalarını sağlayacak çok şeyin bulunmasına karşın, uğruna yaşayacakları bir şeyin olmadığı söylenebilir; insanlar araçlara sahip, ama amaçları yok!  Ortaya çıkan gerçek insanın sadece refahla yaşamadığıdır. Haz, bir yan ürün ya da yan etkidir ve öyle kalması gerekir ve kendi içinde bir amaç yapıldığı ölçüde yok edilmiş olur. Sevgi, sevilen insanın fiziksel varlığının çok çok ötesine geçer. Sevgi en derin anlamını, kişinin tinsel varlığında, iç benliğinde bulur. Sevilen kişinin gerçekte orada olup olmaması, yaşayıp yaşamaması, bir anlamda önemli olmaktan çıkmaktadır.

Kişi başarıyı amaçlanmamalıdır. Bu ne kadar amaç haline getirip bir hedefe dönüştürülürse, kaçırılma olasılığı o derece artmaktadır. Çünkü mutluluk gibi başarının da peşinden koşulamaz; kendisi ortaya çıkmalı, kendisi oluşmalı ve sadece kişinin kendinden daha büyük bir davaya kişisel adanışının amaçlanmayan bir yan etkisi olarak ya da kişinin kendini başka bir insana bırakışının bir yan ürünü olarak oluşmalıdır.

Ressam bize dünyayı kendi gördüğü haliyle aktarmaya, göz uzmanı ise dünyayı gerçekte olduğu gibi görmemizi sağlamaya çalışır. Legoterapistin rolü, hastanın görüş alanını, potansiyel anlam spektrumunun tamamının bilinçli ve görülebilir olması için genişletmekten oluşmaktadır. Logoterapiye göre bu yaşamın anlamını üç farklı yoldan keşfedebiliriz:

  1. Bir eser yaratarak ya da iş yaparak,
  2. Bir şey yaşayarak ya da bir insanla etkileşerek: Bir şey; iyilik, doğruluk, güzellik; yaşamak, doğayı ve kültürü yaşamak, son ve bir o kadar önemlisi de olanca eşsizliğiyle bir insanı yaşamaktır. Yani onu sevmektir.
  3. Kaçınılmaz acıya yönelik bir tavır geliştirerek: Her nasılsa acı, bir özverinin anlamı gibi, bir anlam bulduğu anda acı olmaktan çıkmaktadır. Yaşamın anlamı koşulsuzdur, çünkü kaçınılmaz acının potansiyel anlamını bile kapsar.

Bugün bir psikiyatriste, giderek artan sayıda, onu nevrotik semptomlarla değil, insan sorunlarıyla karşı karşıya bırakan hastalar başvurmaktadır. Son zamanlarda psikiyatriste giden bu insanlar eskiden papaza, rahibe ya da hahama giderdi. ‘Çelişik niyet’ adı verilen logoterapi tekniği, korkunun, korkulan şeyi yarattığı ve aşırı niyetin, arzulanan şeyi olanaksızlaştırdığı gerçeğine dayanmaktadır. Uykusuzluk korkusu, uyumaya yönelik aşırı bir niyete yol açar. Bu da dönüp, kişinin uyumamasına neden olur. Bu korkunun üstesinden gelmesi için genellikle hastaya kendini uyumaya zorlamamasını, bunun yerine tam tersini denemesini, yani yatakta olabildiğince çok uyanık kalmaya çalışmasını öğütlerim. Başka bir deyişle, uyumamaya ilişkin beklentisel kaygıdan kaynaklanan ve uyumaya yönelik olan aşırı niyetin yerini, uyumamaya yönelik çelişik niyetin alması gerekir; bu durumda hasta çabucak uyumaktadır.     Kısırdöngü oluşumunu kıran şey ister acıma ister aşağılama olsun, nevrotiğin kendine yönelik ilgisi değildir; iyileşmenin ipucu, kendini aşkınlıktadır! Öncelik, acı çekmemize neden olan durumu yaratıcı bir şekilde değiştirmekte yatmaktadır. Ama üstünlük, gerektiği takdirde acı çekmesini bilmektedir. Acının kaçınılmaz olması koşuluyla acıya karşın, hatta acı vasıtasıyla, anlam bulunabilir. Kişi, çekilen acı olmaksızın gelişim düzeyinin olanaksız olacağını bilmelidir.

İnsanın ihtiyaç duyduğu homeostasis değil, noö-dinamiklerdir. Yani kutbun birinin yüklenecek anlamla, diğerinin de anlamı verecek kişiyle temsil edildiği çift kutuplu bir gerilim alanındaki varoluşsal dinamiklerdir. Her çatışma zorunluluk gereği nevrotik değildir, bir ölçüde çatışma normal ve sağlıklıdır. Önemli olan genelde yaşamın anlamını değil, daha çok belli bir anda bir insanın yaşamının özel anlamıdır. Gerçekte bugün can sıkıntısı, bunaltıdan daha çok soruna yol açmakta ve elbette psikiyatristlere, çözüm bekleyen daha çok sorun sunmaktadır. Ve bu sorunlar giderek daha çok belirleyici olmaktadır. Çünkü ilerleyen otomasyon, bir olasılıkla, ortalama çalışanın boş zamanında büyük bir artışa yol açacaktır. Bunun üzücü olan yanı, bu insanların yeni kazandıkları boş zamanlarında ne yapacaklarını bilmemeleridir. Belirsizliğin sonuyla birlikte, sonun belirsizliği ortaya çıkar. Bu varoluş biçiminin bitip bitmeyeceğini ya da bitecekse ne zaman biteceğini kestirmek olanaksızdır.

Sonuç olarak dünya kötü bir durumda ve her birimiz elimizden geleni yapmadığı sürece her şey daha da kötüye gidecek. Bu nedenle uyanık olmalıyız. Auschwitz’den bu yana insanın ne yapabileceğini biliyoruz. Hiroşima’dan bu yana da neyin tehlikede olduğunu biliyoruz!

#ZeynepStefan, #ExecutiveCoaching, #ViktorEFrankl, #AIZAConsulting

 1,913 total views

‘Koçluk Öyküleri’

‘Taş taşlıktan çıkmadıkça parmaklara yüzük olmaz. Yüzük olmayı dileyen taş, ezilmeyi yontulmayı göze almalıdır.’

Mevlana

‘Koçluk, kendimi ve seçtiğim hayatı ifade etmek için bir yol. Aslında dışarıdan her şeye sahip gibi görünen birine ‘sahip olduklarınla mutlu olmak zorunda olduğunu mu söylüyorsun?’ veya ‘kendine mutsuz olmama hakkı vermiyor olabilir misin?’ diye sormak. Farkındalığın aksiyonla buluşabilmesi için konuşmanın sonunda ‘o zaman şimdi ve burada, bu güzel farkındalıkla ne öğreniyorsun kendi hakkında’ diye sormak.’

‘Her birimizin bu dünyaya bir amaçla geldik, bu uğurda bize düşeni yaptığımız sürece bu hayatı mutlu yaşarız. Bizi biz yapan ne ise onu yaparsak bu hayatı mutlu yaşarız. Tutkumuza varamayız ancak uğruna yaşarız. Yolda yaşadığımız her şey de tutkumuza dahildir. Koçluk alanın dünyasına girecek ilk konunun ortaya çıkmasına sağlamak koçun görevidir. Bunun için koçluk alana sorulan temel sorular aşağıdaki gibi sıralanabilir:

  • Son dönemde sık sık bir duygu durumu yaşıyorsan bu duygu durumunun adı ne olabilir?
  • Sana aşırı gelen bu duygu durumunun senin yaşam kaliten üzerinde nasıl bir etkisi var?
  • Son dönemde duygu-düşünce olarak çok etkilendiğin bir film, tiyatro oyunu, sohbet, olay veya kişi oldu mu? Olduysa seni nasıl etkiledi?
  • Şu anda başına gelebileceğini düşündüğün en büyük zorluk ne olabilir? Bu zorluğun senin hayatını nasıl etkileyeceğini var sayıyorsun?
  • Sınırsız bir güç ve finansal kaynak bugün sana verilmiş olsa bundan sonra hayatın nasıl olurdu?’

‘Geçmişten gelenler, geleceğe dair öneriler koçluk sürecinde yer almaz. Koçun işi koçluk alanı duyarak ‘Şimdi ve Burada’, kişi için doğru olanı bulmaktır. Koçun yapmak istediği koçluk alana ‘Şimdi ve Burada’ya gelene kadar hayatın ona hangi fırsatları sunduğunu, önüne hangi engelleri çıkardığını, ona ışık olacak birisiyle karşılaştığında bu kişiden ne kadar faydalandığını, bir deneyim kazanacak fırsat çıktığında hangi korkularının ona dur dediğini, geçmişte aldığı derslerden ne kadar faydalandığını, hangi yönde tercihler yapma eğiliminde olduğunu düşündürtmektir.’

‘Koçluk alanın sıklıkla vereceği cevaplardan biri de ‘Bilmiyorum’ olacaktır. Bu cevap iş birliğinden kaçmanın bir ifadesi de olabilir. Netleştirmek için koç, bu durumu dile getirir ve sürece devam etmek isteyip istemediğinden emin olur. Sürekli ‘bilmiyorum’ cevabını alan bir koç, aşağıdaki sorular ile durumu netleştirebilir:

  • ‘Tam olarak konu ne diye sorsalar, kısa bir cümle ile nasıl özetlerdin?’
  • ‘Bilmek istiyor musun?’ diye sorulur. Eğer istemiyorsa koçluk alan zorlanmamalıdır. Bu şekilde iş birliği sona ermiş demektir ve bu durum dile getirilerek yeniden dizayn edilebilir.
  • ‘Bilmiyorum kelimesi henüz icat edilmedi, ilk aklına geleni söyler misin? Böylelikle bilmiyorum cevabı yerine düşünmeye ve derinleşmeye teşvik edilebilir.
  • ‘Bilmene ne engel?’ diye sorularak koçluk sürecine bilmek ve öğrenmek için girdiyse bilmesine engel olanı merak edip o engeller berabere aranabilir.’  

‘Bir kişinin misyonu yaşam amacıdır. Kişinin misyonunun bulunabilmesi için aşağıdaki sorular koçluk alana yönetilebilir:

  • ‘Bu bütünde, ortamda, dünyada ne için varsınız?’
  • ‘Neyin peşindesiniz?’
  • ‘Yüreğinizde yanan ateş nedir?’
  • ‘Varmak istediğiniz adres nedir?’
  • ‘Yaşamınızın anlamı nedir?’
  • ‘Neyi yaşadığınızda her şey yerli yerine oturur?’
  • ‘Bundan sonraki hayatını nasıl yaşamayı tercih ediyorsun?’

‘Koçun kullandığı birçok beceri söz konusu. Farklı uygulama şekilleri olmakla birlikte koçluk serüveninde kullanılan temel beceriler:

  • 3D / Duygu Düşünce Davranış
  • Aksiyona davet etme
  • Anla dans etme
  • Anlamlandırma
  • Aynalama
  • Büyük resmi gösterme
  • Cesaretlendirme
  • Dile getirme
  • Etkin dinleme (birinci seviye dinleme – ikinci seviye dinleme – üçüncü seviye dinleme)
  • Johari penceresi (etkin dinleme)
  • Güçlü sorular sorma
  • Gündeme sadık kalma
  • İzin isteme
  • Kendini yönetme
  • Koçun varlığı
  • Mayın atma (koçluk alanı kendi içinde düşünmeye ve sorgulamaya yönlendiren, hemen cevaplanması gerekmeyen, cevaplarının uzun vadede verilmesinin beklendiği sorular)
  • Merak etme
  • Metafor kullanma
  • Ödev verme
  • Sadeleştirme (Ana konuyu gereksiz ayrıntılardan arındırma ve durumu bir cümleyle özetleme)
  • Sessizliğin gücü
  • Sezgi
  • Takdir etme
  • Yeniden çerçeveleme
  • Zorlama’

İş birliği, koçluk alanın kendisine şu soruları sorup cevap bulmasıyla oluşmaktadır:

  • ‘Bağ hissediyorum, ancak bu yolda koçla ilerlemek istiyor muyum?’
  • ‘Ben bu iş birliğine hazır mıyım?’

‘Koçluk sürecinde etkili bir iletişim için karşılıklı iletişimdeki niyet, bir niyetin etkilerine dair farkındalık ve taahhüt önemli bir rol oynar. Bu kavram bütünü NET (Niyet – Etki – Taahhüt) olarak adlandırılmaktadır. Niyet, kişinin yaşamda yapmaya, olmaya dair isteklerini ifade eder. Etki ise bu niyetlerin, isteklerin olası yan etkileridir. Taahhüt ise kişinin bu niyetine ulaşmak için olası tüm sonuçlarını da olduğu gibi kabul ederek niyet ve etkileri konusunda kendi içinde tam bir uzlaşma içinde olduğunu, bunları kabul ettiğini ifade eder. Dünyada bir fark yaratmak, bir iz bırakmak isteyen, güzel yaşamak isteyenlerin, kendi amaçlarını anlatırken gözleri ışıldayanların hep sağlam ve güçlü amaçları olur. O amaçları niyetleri belirler. O niyetlerinin uğrunda amaçlarının peşinde koşarlar, hayatın getirdiklerini daha kolay göğüslerler. Niyetiniz netse ve size aitse, yüreğinizi yakıyorsa o niyetin getirdiği etkiler de çok güçlü ve güzel olacaktır.’  

‘Koçluk süreci boyunca hissedilen bir diğer duygu ise ‘dışarıda olanın dışarıya ait olduğudur. Dışarıda olanın bizdeki etkisine baktığımızda gördüğümüz bizim asıl hikayemizdir.’ Koçluk alan ve koç arasındaki geçen diyalog ve dile getirilen sorular insanların tutum ve davranışları neler yerine ‘bu tutum ve davranışlar beni niye etkiliyor?’ fikrine odaklanmak koçluk alanın yaşam kalitesini arttırmaktadır. Koç ve koçluk alan arasındaki ilişki devam ettirilmelidir. Ancak başkalarının tutum ve davranışları değil, onların koçluk alan üzerindeki etkileri konuşulmalıdır. Bu yaklaşım ‘varsayım temizlemek’ olarak adlandırılmaktadır.’

‘Koç olarak davranışa müdahale etmeden, koçluk alanın düşüncelerini toparlamasını sağlamak için yapılabileceklerden biri koçluk alanın büyük resmi görmesini ve kararsız kaldığı durumlarla ilgili olarak durumu tüm yönleriyle değerlendirmesini sağlamaktır. Koç tarafından kullanılan ve olaya bölümler halinde bakmayı kolaylaştıran bir yöntem ise ‘Kompartıman Yöntemi’dir.’

‘Koç ile koçluk alan arasında kullanılan diğer bir yöntem ise halka-kanca olarak adlandırılmaktadır. Bir ortamda aynı ifadeye birisi tepki veriyorsa ve diğerleri bir şey olmamış gibi davranıyorsa, tepki verenin o konuda halkası var demektir. Durumu kişiselleştirme ve aşırı hassasiyet halkanın işaretleridir. Koç, koçluk alanın halkaları ile tanışmasına ve hür iradesi ile tercihler yapmasına destek olur. Halkalar azaldıkça koçluk alan daha da netleşecek ve daha yetişkin tercihler yapabilecektir. Koçluk alan halkalarını tanımlamak için şu soruları sormalıdır:

  • Aslında neyin peşindeyim?
  • Nasıl ideal sonuçlar hayal ediyorum?
  • Kazanmak için bir şeyler mi arıyorum?
  • Kaçmak için bir şeyler mi arıyorum?
  • Otorite figürlerimden onay mı istiyorum?
  • Sonunda diğerlerine ne olduğunu görmek istiyorum?’

‘Koçluğun ana amacı farkındalığın oluşmasına destek vermektir. Her an, her saniye farkındalık yaratmak mümkün olmasa da koçluk sürecinin kutup yıldızı bu olmalıdır. Bu farkındalığa ulaştığında koçluk alan sessiz kalabilir veya hıçkırarak ağlamaya başlayabilir. Bu zamanlar insanların kendileriyle doya doya yalnız kalma zamanlarıdır ve dışarıdan gelecek her müdahale o anın güzelliğini bozmaktadır. Bu şekilde içe atılanlar dışarı çıkmaktadır.’

‘Koçluk sürecinde her ne olursa, olması gerekendir. Her ne zaman başlarsa, doğru zamandır. Hiçbir şey için ne geçtir ne erkendir. Her şey zamanında olur. Herkesin her şeyi yapma gücü, becerisi ve yeterliliği vardır. Her insan kendi sorunlarını kendi çözebilecek kadar yeterli ve tamdır düşüncesini benimsemek koçluk sürecinin ilk adımıdır. Sadece o gücün ortaya koyulmasını engelleyen parazitler söz konusudur. Kişiyi neyin engellediğini bilmeden sürekli mücadele etmek, altı delik bir kovaya sürekli su koymak gibidir. Bazen su doldurmak yerine delikleri kapamak yeterli olacaktır. Koç koruyucu, kollayıcı, yargılayıcı ve etiketleyici olmamalıdır. Bu eyleme yönelindiğinde koçluk alana ‘sen bunları çözemeyecek kadar yetersizsin’ mesajı verilmektedir. Takılma, üzülme, boş ver, unut gitsin vb. demek de insana ve derdine inanmamak hissiyatını uyandıracaktır. Oysa koçun yapması gereken, tam olarak neye üzülüyor, bu olumsuz duygu halinden çıkmak için neye ihtiyacı var merak etmek ve bu soruları koçluk alana yöneltmektir.’

‘Hayatımızda yaşam tatmininizi sağlayan her şey değerlerinizle bağlantılıdır. Hayatınızın kumanda masası değerlerdir. Değerler önceliklerimizi belirler, bize hayatımızın istediğimiz yöne gidip gitmediğini sorgulatır. İnsanın en çok zorlandığı anlara bakılarak hangi temel değerini yaşayamadığını ya da hangi değerlerinin birbiriyle çakıştığı bulunabilir. Mutlu insanla mutsuz insan arasındaki en büyük fark değerlerini onurlandıranlar ve onurlandırmayanlar arasındadır. Değerlerin hakkını vererek tercihlerini sağlıklı yapanlar mutlu yaşarlar. Değerlerini bastıran, değerlerini sağlıklı yaşamayan insanlar gergin yaşarlar.’

‘Doğduğunuz andan öldüğünüz ana kadar üç benlikle yaşarız. Bu benlikler: çocuk, ebeveyn ve yetişkindir. Ebeveyn dili -meli ve -malı’dır. Yapmalıyım, etmeliyim gibi. Bu benlik ebeveynlerden ya da ebeveyn figürlerinden kopyalanan davranışlardır. Çocuk benliği güdülerimizi ve tepkilerimizi içerir. Çocuk dili ‘ben’dir, istiyorum veya yapıyorum gibi. Yetişkin benliği ‘burada ve şimdi’ye tepki olan davranışlar, düşünceler ve duygulardır. Us ve akıl içerir. Çocuk ve ebeveyn benlikleri arasındaki dengeyi oluşturur.’  

‘Her bir koçluk seansında seans içerisindeki konuların bir girişi, bir tepe noktası ve bir sonu vardır. Koç, tüm ilişki, seans ve konular boyunca bu ARC’ları izlemelidir. Buna ARC takibi denmektedir.’

Koçluk seansları sırasında kullanılan diğer bir yöntem ise Karpman Üçgeni’dir. Bu model içerisinde illa üç kişi bulunmaz, daha fazla kişi de olabilir. Ama modelin içine girenler mutlaka kurban, kurtarıcı ve suçlayıcı gruplarından birisinde yer alırlar. Her bir kişi farklı durumlarda bir rolü üstlenir. Bu sonu gelmez bir döngüdür ve kimse bu döngüden kazançlı çıkmaz. Bu modelin ilişkilerinde mutluluk ve denge yoktur, her bir katılımcı kendisini veya ilişkiyi tüketene kadar devam eder.’

‘Koçluk alan ara çözümleri göremediğinde, görmek istemediğinde ya da bunları görüp olası sonuçlarına ve eylemlerine katlanacak gücü bulamadığında sarkaç etkisiyle bir uçtan diğerine savrulur. Sarkaç bir tarafa olan korkumuzdan dolayı tam zıt tarafa saklanma davranışıdır. Hayatın bütünü sarkaç salınımından oluşur, önemli olan en uçlara gitmeden sağlıklı salınım aralığının bulunabilmesidir. Bu denge aralığı olarak adlandırılır. Koç, koçluk alana ani ve daha sonra memnun olmayacağı kararlar alma noktasında korkularını göstererek değerlerini ve parazitlerini göz önüne almasını ve uçlara gitmesinin risklerini gösterebilmelidir.’

‘Koç ve koçluk alan arasındaki dinlemenin üç farklı seviyesi bulunmaktadır. Birinci seviye dinlemede daha çok kendi düşünceleriyle meşgul olmak, karşısındakinin söylediklerini kendi yorumlarıyla birlikte dinlemek anlamına gelir. İkinci seviyede ise tamamen karşısındakinin söylediklerine odaklanıp ana mesajdan çok söylenene odaklanılır. Üçüncü seviye ise koç için seans boyunca tavsiye edilen dinleme seviyesidir. Üçüncü seviye dinlemede resmin tamamı görülür ve tüm anlatılanların toplamı dinlenir. Kişinin bedenini, tonlamalarını, ses tonunu, mimiklerini, enerjisini anlamak ve dinlemektir.’

Johari Penceresi’ne göre koç ve koçluk alan arasındaki ilişkide dört oda olduğu varsayılır. Birinci oda koçluk alanın koça anlattığı ve ikisinin de bu bilgilere haiz olduklarını bildikleri odadır. İkinci oda, koçluk alanın bildiği ama koçla paylaşmadıklarıdır. Üçüncü oda koçun gözlemleyemediği ancak koçluk alanın da bilmediği bilinç dışı durumları içeren odadır. Dördüncü oda ise koçluk alanın farkında olmadığı ancak koçun gözlemlediklerinin olduğu odadır.’

#ZeynepStefan, #ExecutiveCoaching, #AIZAConsulting, #AboutMe

 1,732 total views

Cüretkâr, Kışkırtıcı, Gülünç ve hatta Aptalca Sorular!

Sadece cevaplara odaklanıldığında gerçekten çok küçük bir yer haline gelen dünyada koçluk, yapıcı şekilde cevaplanmak için tasarlanmış zor sorular sormaya odaklı bir yaklaşım. Bu yaklaşımın temel amaçlarından bir tanesi olan ‘soruların gücüyle düşünme tekniği’, koçinin (coachee) düşüncelerinin kontrolünü an be an elinde tutabilme becerisini kazanmasını amaçlamakta, mevcut düşünceleri gözlemlemek ve etkin şekilde değerlendirmek için yöntemler sunmakta. Güçlü sorular sorabilmenin amaçlanması ve daha iyi sonuçlar alabilmek adına yeni sorular tasarlanması. Nedeni ise büyük sonuçların ancak büyük sorularla başlaması ve iletişimimizin en önemli parçalarını oluşturması.

İnsanlık tarihi boyunca bizler sorunlarımızı çözmek için her zaman öncelikle sorularımızı değiştirmek zorunda kaldık. Sorularımız sonuçlarımızı belirledi! Sonuçlarımız ise aslında sadece iki farklı yolun sonundaydı: Öğrenenlerin Yolu veya Yargılayanların Yolu. Bu yollardan hangisinde olacağımız ise kendi düşüncelerimizi, duygularımızı ve onları ifade etmek için kullandığımız dili gözlemleyecek kadar bilinçli bir şekilde hareket ettiğimizde başladı.

Önümüzde aslında bu kadar az seçeneğin olması belki de olumlu bir durum, çünkü ya bir yargıç tarzımız olacak ya da öğrenci tarzımız. Gerçekten etkili ve hayatımızdan memnun olmanın sırrı ise iki modül arasında ayrım yapabilme becerimizde yatmakta ve ruhumuzda ikisini de dibine kadar barındırdığımızı kabul etmekte. Öğrenci modunda gözlemci kapasitemiz harekete geçmekte ve bizlere büyük resmi görme fırsatı vermekte. Bilinçli ve amaçlı seçimler bize her an gerekli olan temel liderlik özelliklerini kazandırmakta. Bu yeteneğimizi kullanmadığımızda ise otomatik pilota geçiyoruz, amaçsızca tepkiler veriyoruz ve kendimizi başımıza gelen olayların merhametine terk ediyoruz. Bütün dünya gözümüze hayli kasvetli görünüyor ve sonsuz olasılıklarla dolu olsa bile o olasılıklara ancak çok sınırlı şekilde ulaşabiliyoruz. Düşüncelerimizin niyetlerimizi belirlediğini bir anda unutuveriyoruz.

‘Yargıç Tip’ ve ‘Öğrenci Tip’ bizim en temel iki zihin yapımız ve hepimizde ikisi de aynı anda mevcut. Yargıç modunda olduğumuzda mutlaka ya kendimizle ya da çevremizle çatışma içerisindeyiz. Bu durumda samimi bir çözüm veya huzur bulmak ise imkansız! Yargıç tipte suçlamayla hareket ederiz ve bu durum bizi geçmişe sıkıştırır. Böylece herhangi bir sorunu çözmek neredeyse imkânsız hale gelir. Yargıç modundan çıkmak için öncelikle kişiliğimizin bu yönünü kabullenmeli ve her an bizimle beraber olduğu gerçeğini görmeliyiz. Böylelikle içerisinde bulunduğumuz durumun farkına varabilir ve bir geçiş süreci başlatarak olmamız gereken yere, yani öğrenici moduna geçebiliriz. Öğrenici tip ise sorduğumuz soruların yeni düşüncelere ve olasılıklara en kolay evrilebildiği en verimli zihin yapısını sunmakta. Hissetmek istediğimiz, yapmak istediğimiz, olmayı tercih ettiğimiz ve oraya nasıl ulaşabileceğimizi düşündüğümüz. Bize gerçek seçim gücünü sunan ve nerede olduğumuzu anladığımız o uyanış anı!   

‘Yargıç Modu’ ve ‘Öğrenici Modu’ özellikle ekip liderleri tarafından da dikkatle takip edilmesi gereken kavramlar. ‘Öğrenici Lider’ beraberinde sadakati, saygıyı, iş birliğini ve risk alma isteği yaratan bir kararlılığı getirirken ‘Yargıç Lider’ beraberinde sadece korkuyu, güvensizliği ve çatışmayı getirmekte. ‘Öğrenci Lider’ ekibinin güçlü özelliklerini takdir ediyor ve ekip olarak öğrenici modda kalınmasını sağlıyor. Çok soru soruyor, az konuşuyor. Sadece öğrenici soruları sormuyor, aynı zamanda öğrenici kulaklarıyla da dinliyor. Ekibinin güçlü yanları üzerinde yoğunlaşıyor ve başarıları üzerinde nasıl yükselebileceğini planlıyor. Öğrenici bir lider eşliğinde büyük sorular beraberinde büyük sonuçları getiriyor ve her soru açılmamış bir kapıyı açıyor. Öğrenici ve yargıç zihin yapıları birbirinden ayrılıyor ve soruların gücü eyleme geçiyor. Nedeni ise en becerikli, stratejik ve dost canlısı benliğin ancak öğrenici modunda yakalanabilmesi ve çoğu sorunun aslında sadece yeterli sayıda doğru soruyla çözülebilmesi. Cüretkâr, kışkırtıcı, gülünç ve hatta aptalca sorularla!

#ZeynepStefan, #ExecutiveCoaching, #AIZAConsulting, #AboutMe

 1,478 total views

Kapı çalana açılır!

Koçluk benim için şimdiye kadar aldığım, öğrendiğim, özümsediğim, gördüğüm, dinlediğim, kulak arkası ettiğim, unuttuğum, verdiğim kısacası önceki beni şimdiki bene, şimdiki beni de gelecekteki bene taşıyacak bir köprü oldu. Bu köprü ilk olarak 2015 yılında Dilek Hanım’la tanışmamla temellerini attı. Bu tarihten itibaren koyduğum her tuğla ile tek yönlü olarak ilerledi. Şubat ayından itibaren ise artık diğer şeridi inşa etmeye başladım. Dolayısıyla koçluk benim için öncelikle iki şeritli bir köprü. Alegorik olarak köprü terimini kullanmakla birlikte aslında anlamı gerçek bir iletişim aracı olması. Henüz başında olduğum ve katılmaktan büyük bir zevk aldığım eğitim ile bu iletişebilme kabiliyetim iki yönlü hale gelerek olması gereken forma kavuşmaya, en azından gerçek anlamda başlamış olacak.

Yaptığım işi, risk yöneticiliği ve olduğum sektörü, sigorta-reasürans sektörünü, hayatımın önüme koyduğu tesadüfler olarak görmeme rağmen bu tesadüflerin kişiliğimle, önceliklerimle, hedeflerimle, tutkularımla ve korkularımla çok benzeştiğini düşünürüm çoğu zaman. Şans eseri sigorta sektörüne girmeme ve biraz da şans eseri risk yöneticisi olmama rağmen ilk günden itibaren başka bir işi seçmeyi veya başka bir sektöre geçmeyi hiç düşünmedim. Birçok ilgi alanım oldu, ancak hepsi sigorta sektöründe yaratmak istediğim değer ve risk yöneticisi olarak gerçekleştirmek istediğim değişim çevresinde şekillendi. İşte bu harmoninin son meyvesi ise koçluk yolunda attığım ilk adımım oldu. Bu adım aslında benim için bir hesaplaşma, olumlu bir hesaplaşma hamlesi. Şimdiye kadar hayatıma dokunan bütün aile üyelerim, arkadaşlarım, çalışma arkadaşlarım ve tanıdığım-tanımadığım ancak bana bir şeyler katan, bir şeyleri farklı düşünmeme yol açan, bakış açımı değiştirmemi sağlayan herkes koç olma kararımın şekillenmesine, bu unvan(!) ile ne başarmak istediğime etki eden değişkenler. Halen artmaya ve beni şekillendirme devam eden bu miras aslında dışarıdan çok sakin görünen ancak katmanının altında magmadan dolayı fokur fokur kaynayan bir gayzer. Yer kabuğunu kırıp büyük bir kratere yol açmadan önce yapabileceği ilk şey kendine yeterli bir çıkış yolu bulmak. İşte koçluk eğitimi de benim için böyle bir yol bulma eylemi.

Nasıl gayzer yeryüzüne ulaşmak için bir rota dahilinde ilerliyorsa bir koçun rotası da 5C modeli olarak ortaya çıkmakta. Koç ve danışanın karşılıklı ilk bakışmasından başlayarak son cümlenin noktasına kadar genel çerçeveyi çizen 5C modeli aslında bir kullanma kılavuzu. Ne yapılacağını anlatan ancak asıl farkı ve değeri yaratan bileşeni, yani stili koça bırakan bir kılavuz. Koçu kesinlikle sınırlamayan, tam tersine özgür bırakan bir çit, bir uzak sınır kapısı. Bu sınır kapısına kadar olabildiğine geniş, yemyeşil, huzur veren bir ‘Der Englischer Garten’ benim için koçluk serüveni. Makro perspektifte bu huzur, mikro perspektifte ise bütün canlıları ile olabildiğince kalabalık bir ekosistem. Bilinçsiz bilinçlilik adımında bu yeşilin tadını olabildiğinde çıkaracağım. Şimdi ise bilinçli bilinçsizlik adımında defter sayfalarını karıştıran, bir sonraki dakikayı kafasında tartan, bazen sıradaki sorusunu düşünmekten danışanını doğru dürüst dinleyemeyen bir koç adayı. Ama ulaşmak istediği harika bahçeyi düşleyen ve bir gün ulaşacağına emin bir koç adayı!   

Genel olarak iddialıyım, bu iddianın da arkasını doldurmayı severim. Bazılarına fazla gelirim, ama bu benim farkında olduğum bir durum değildir. Sanki parfümüm gibi, bana çok doğal gelir. Halbuki herkesin benim geçtiğimi anladığı, benimle bütünleşen parfümüm. Bu parfümü bulmam kolay olmadı. Çok denedim, çok eledim, çok yanıldım. Ancak hiç vazgeçmedim! Bulunca da bir daha bırakmadım. Aklımda başka bir seçenek veya başka bir marka kalmadı. İşte benim koçluk serüvenim böyle bir serüven. İstediğim, beni gerçekten yansıtan bir şekle ulaşıncaya kadar sürekli deneyeceğim, sürekli yanılacağım, bir sonraki adımım belki bir öncekinden farklı olacak, belki saçmalayacağım, belki denemekten yorulacağım ancak hiçbir zaman başlamamış olmayı dilemeyeceğim. Ta ki koçluğun, bu harika yaklaşımın, parfümüm gibi doğal bir parçam olduğunu fark edeceğim ana kadar. İşte o zaman ‘Bir dakika!’ diyeceğim. Aslında olmuş, aslında bilinçsiz bir şekilde bilinçli olmuşum ve bunu belki de çok sonra fark etmişim. Sence buna değer mi? Kesinlikle!!!

İşte o ana, o AHA-Moment’e kadar benden 5 saat koçluk denemesi yapmam istendiğinde 20 saat yapacağım, sayfalarca not alıp defalarca tekrar tekrar okuyacağım. Bu iletişim sanatını annemle uygulayacağım, oğlumla veya biraz daha büyüdüğünde kızımla. Ne hata yapmak zor gelecek ne de bu hataların düzeltilmesi. Geri bildirim verirken kendilerini dikkatle dinlediğim için bana teşekkür eden eğitmenlerime şaşıracağım, çünkü bunu dünyanın en normal şeyi kabul edeceğim. Belki şimdilik nasıl uygulamam gerekeceğini bilmeyeceğim ancak nasıl uygulamamam gerekeceğini hemen anlayacağım. Belki şu anda eğitmenlerimi taklit edeceğim, kitaplardan sorular aşıracağım, garip garip danışanımın yüzüne bakacağım. Ta ki bunlar benim için günlük rutin oluncaya kadar. Ta ki sorduğum soruların içeriği veya uzunluğu (!) beni rahatsız etmeyene kadar. İşte o ona kadar, işte o bilince kadar, işte o bilinçsiz bilinçlilik seviyesine kadar ne kadar sık görüşme yaptığım, kimlerle görüştüğüm, hangi şehirden oldukları, hangi meslekten oldukları, ne kadar kazandıkları veya hayatlarının hangi aşamasında oldukları önemli olmayacak. Cinsiyetlerine karşı kör, eğitim seviyelerine karşı kayıtsız olacağım. Tek ilgilendiğim danışanımın onu ‘her an etkileyen her şeyi’ anlatmaya başlayacağı ilk cümleden itibaren dinlemek ve sadece onu dinlemek olacak.

Tıpkı ‘Blockchain’le alakalı verdiğim sıralı bir eğitimde fark ettiğim gibi. Ağustos ayı içerisinde bir hafta acentelerin yer aldığı bir meslek grubuna, aldığım davete istinaden sigorta ve reasürans sektörünü gerçek anlamda değiştirecek bir teknoloji harikası olan ‘Blockchain’i anlatıyordum. Zoom uygulamasından yüzün üstünde dinleyici katılmıştı Türkiye’nin her yerinden. Sonra katılımcılara baktığımda Adana’da katılan birçok acentenin olduğunu ve beni atletleriyle dinlediğini fark ettim😊 Normaldi aslında, Ağustos sıcağında beni takım elbiseleriyle dinlemelerini beklemiyordum, her ne kadar ben onların karşısına gayet formel kıyafetlerle çıkmış olsam bile. Bir hafta sonra da Zurich’teydim. Harika bir teknede İsviçreli sigortacılardan oluşan ‘Creme de la Creme’ bir gruba da aynı konuyu anlatıyordum. Birden yine bir ‘AHA-Moment’ yaşadım. İşte hayatımda aradığım zenginlik! Adanalı acenteler ile İsviçreli aileden zengin yatırımcıların ortak noktası ‘Blockchain’i bir de benden dinlemek olmuştu. Bundan daha harika ne olabilir ki! İşte koçluk serüvenimde de varmak istediğim zenginliğin ufak bir göstergesi. Şimdiye kadar Batman’da bir acente ile de görüştüm, büyük bir şirketin görevinden yeni ayrılan CEO’su ile de. Çok genç bir öğrenci ile de, hayatını kitap okumaya adamış yaşlı bir bilge ile de. Her gün görüştüğüm iş arkadaşım ile de, on yıla yakın bir zamandır görmediğim çook eski bir arkadaşım ile de. Üstelik sadece anadilimde de değil, İngilizce de, Almanca da, İtalyanca da bu yolculukla aradığım çeşitliliği bana sağlayacak ve kendilerini zenginleştirmek için öncelikle koçları olan beni zenginleştirecekler. Ne kadar harika değil mi?!      

#ZeynepStefan, #ExecutiveCoaching, #AboutMe, #AizaConsulting

 1,836 total views

Kendime Notlar -2 / 2020 Yılı Değerlendirmesi

2020 yılını 40 kitap okuyarak kapadım. 2019 yılına göre (48 kitap okumuştum) daha az ancak dil çeşitiliği açısından daha zengin bir yıl oldu 2020.  Bu sene tanıştığım yazarlar arasında en etkileyicisi ise Viktor Frankl’tı. Özellikle hayatımın bu döneminde karşıma çıkması, yılın son haftalarında beni derinden etkileyen ‘İnsanın Anlam Arayışı’ ve ‘Duyulmayan Anlam Çığlığı’nı okumamın kesinlikle şans eseri olmadığına inanıyorum şu anda.

Yeni tanıştığım ve çok sevdiğim diğer bir yazar ise Yankı Yazgan oldu. Ses tonu ile bile ‘herşey iyi gidecek, kendilerine yeten çocuklar yetiştirebileceksin’ alt metni veriyor şimdiye kadar okuduğum kitapları ki bu zor annelik sürecinde asıl ihtiyacım olan şey.

Yılın son günlerinde okuduğum Netflix’in kuruluş hikayesi de bana yepyeni perspektifler açtı. Yazardan ziyade aklımda en çok kalan kişi ise Reed Hastings oldu.Bu kadar doğru ve nazik dokunuşlar ile ortağının elinden hem CEO’luğu hem de kuruluş hisselerinin bir kısmını alabilmek, tam zamanında Amazon’a satmayarak veya üst yönetime tam zamanında müdahale ederek Netflix’i bambaşka bir boyuta taşımak iş dünyasında gördüğüm gerçek bir mucize gibiydi. Bu kadar egosuz biçimde anlattığı için de yazar Marc Randolph’a ayrıca teşekkür etmeliyim. Start-up dehası ve kaosu için de önemli bir el kitabı Netflix’in hikayesi.

İlk aşkım iktisatta ise Daron Acemoğlu’nun son kitabı fikirlerimi derinden etkiledi. Kitabı okumadan önce birçok platformda kitapla alakalı yorumları ve Daron Hoca’nın kendi sunumlarından kitabın gelişimini dinlemiştim. Türkçe tercümelerle alakalı kötü deneyimlerimden sonra bu kitabı da orjinal dilinden okumaya karar verdim. Kitapta özellikle baskıcı ve özgürlükçü rejimler arasında tarif edilen ve gelişmiş ülke rüyasına ulaşılabilmesi için geçilmesi gereken koridor tanımı, ki kitaba da adını veren tanım, ve özellikle güçlü devlet ve güçlü hak arayış bilinci arasındaki denge ile daha önce düşünmediğim ancak detayları okuyunca bana tam anlamıyla bir ‘Aha Moment’ yaratan bir kitaptı. 2020 içerisinde üzerinde en çok düşündüğüm ve beni derinden etkileyen kitap da ‘Narrow Corridor’ oldu, 2021 yılında mutlaka tekrar okuyacağım. Paul Krugman’ın  ‘The Return of Depression Economics’ de bir o kadar notlar aldığım ve ‘Narrow Corridor’ kadar fikirlerimi etkileyen başka bir kitaptı. Paul Krugman’a hem 2008 yılında Nobel ödülü almasından hem de yaklaşık 10 sene önce okuduğum başka kitaplarından dolayı biraz mesafeli olsam da bu kitap önyargılarımı biraz zayıflattı. Kitaplarını tekrar okuma listeme ekledim.

Son aşkım pedagoji alanında ise benim için yılın kitabı ‘Yes Brain Child’dı. Benim gibi yurtdışında iki çocuğuyla ‘establishment’ savaşı veren arkadaşım Türkan’ın tavsiyesi ile aldığım kitap, üzerinden aylar geçmesine rağmen birçok önerisini hatırladığım ve uygulamak için kanımın son damlasına kadar savaşacağım bir kaynak oldu.

2021 yılı için hedefim ise günde 40 sayfa okuyabilmek. Bu yılda 40 kitap okumaktan daha çetin bir ceviz. Ancak o zaman yeterli doluluğa ve yazmak için ihtiyaç duyduğum enerjiye ulaşabileceğim. 2020’den daha fazla dil çeşitliliği yakalamak ise diğer bir hedefim. 2020’de sadece 2 İtalyanca, 9 Almanca ve 8 İngilizce kitap okudum. 2021 yılında daha fazla sayıda İtalyanca okumak ve genel olarak kitapların kategorilerini çeşitlendirmek ise diğer hedeflerim. 2021’de okumakla alakalı son hedefim ise aldığım notları kitabın ön sayfaları yerine bir deftere yazmak. Böylece bana hem atıfta kolaylık sağlayacak hem de tekrar okumam kolaylaşacak.

2020 zor bir yıldı. Ancak benim için Şubat’ta başlayan, büyük kararlılıkla ve bütün kurallara uyarak yürüttüğüm karantina nedeniyle de insanlık adına farklı düşünceler edindiğim, daha az kıyaslama yaptığım, kısaca kendi öz sesimi her şeye rağmen en çok dinlediğim yıl oldu. Çevremde, yaşadığım ülkelerde halen devam eden dramlara rağmen 2020 yılını iyi ki yaşamışım diyorum.

2021’in daha cesur kararların ve daha kararlı adımların yılı olması dileğiyle!        

 1,962 total views

40 Yaş, 40 Kitap, 4 Dil, 4 Ülke ve 4 Diploma

40 yaşıma 2 sene kaldı. Harika, inanılmaz zor, öğretici ve hızla geçen 8 yılın ardından sanki eskisinden daha enerjik hissediyorum, sanki bir 40 yıl daha bu kadar hızlı, öğretici ve dopdolu geçer diye düşünüyorum. 40 yaşıma vardığımda sahip olmayı istediklerimle ilgili düşünceler içerisindeyim bir zamandır. Sağlık, hareket kabiliyeti, temel ihtiyaçların karşılanabilmesi için yeterli finansal kaynakların olmasının yanında 40 yaşımda yapmış – başarmış olmayı istediklerim var. 40 yaşıma kadar örneğin 4 tane üniversite diplomam olsun istiyorum. 3 tanesini zaten aldım, çocuk gelişimi ile ilgili okuduğum 2. Üniversiteyi 4. Diplomam yapmak 40 yaşımdan önce yapmak istediklerimden. Böylece bebeklerin ve çocukların zihinsel ve bedensel gelişimi için okuduğum kitaplar ve bende oluşturdukları düşüncelerde şekillendireceklerimi ( bu düşüncelerimi www.adenveiris.com adresinde yazıya döküyor olacağım) teorik bir temele de dayandırmış olacağım. Şimdilik bir hobi gibi başlayan bu ilgi belki uzun yıllar sonra bir işe de dönüşebilir; sigortacılık, risk yönetimi ve iktisattan sonra kendimi tanımlamak için kullanacağım dördüncü bir kavrama da dönüşebilir.

Son yıllarda üzerinde çalıştığım başka bir konu ise okumalarım. İnsan okudukça aslında ne kadar cahil olduğunu anlıyor. Okudukça daha çok okumam, daha farklı dillerde okumam, daha farklı disiplinlerde okumam gerektiğini görüyorum. Bu yüzden önce kendime günlük, 2 günlük ve son olarak daha makro çerçevede yıllık hedefler koydum. Örneğin günde mutlaka 50 sayfa (anadilimde) okumuş olmayı istiyorum. Sonrasındaki hedefim Türkçe’nin yanında İngilizce, İtalyanca ve Almanca’da da okumalarımı yoğunlaştırmak ve düzenli kılmak. Bu sayede yıl sonunda mutlaka en az 40 kitap okumuş olmak. Bu amaç çerçevesinde 2019’da 48, 2018’de 33, 2017’de 13 ve 2016’da 19 kitap okumuşum. Umarım 2020’de, gerçekten beni geliştiren kitaplarla 2019 yılının çok çok üzerinde bir sayıda ve  etkin bir şekilde okumayı başarabilirim. Okumakla ilgili duyduğum en etkili cümle Ömer Koç’a aitti: ‘Okumak kendimi güvende hissettiriyor, çünkü dolu bir tabancaya sahipmişim gibi hissediyorum.’ Ben de okumakla ilgili kesinlikle bu hisse sahibim.

Bununla birlikte, çeviri kalitesini genel olarak kötü bulduğumdan artık iktisat kitaplarını mutlaka ana dilleri olan İngilizce’de okuma kararı aldım. İtalyanca’da okuğum ve içerdiği güncel konularla İtalya ve İtalyan kültürüne dair çok şey öğrendiğim Adesso ve gerçek anlamda Almanca öğrenebilmemi sağlayan Deutsch Perfekt ise yine aylık sayıları ile okuma listemde yer alıyorlar. Böylece 40 yaş hedefimdeki diğer bir madde olan 4 dil konuşabilme hedefine de daha hızlı yaklaşmış oluyorum. Anadilim Türkçe’nin yanında 1993 yılında Erzurum Anadolu Lisesi’ne başladığımda İngilizce, 2012’de İtalya’ya transfer olduğumda İtalyanca, 2016’da Almanya’ya taşındığımda ise Almanca öğrendim. Şimdi bu dört dilde hem okuyabiliyor, hem yazabiliyor hem de iş toplantıları gerçekleştirebiliyorum. Umarım ileride anadilim de dahil bu dört dili kullanma kalitemi sürekli arttırabilirim.

Son olarak 40 yaşına geldiğimde 4 ülkede yaşamış olma hedefim var. Şimdiye kadar Türkiye’de, İtalya’da ve Almanya’da yaşadım. Bundan sonrası için de hangi ülkede yaşamak isteyeceğimle alakalı net olmasa da kafamda fikirlerim var. Bakalım zaman bana neler getirecek.

Bu yazıyı 40 yaşımda açacağım bir mektup gibi kaleme almak istedim. Dolu bir tabanca gibi dopdolu bir hayatta güvenli ve üretken nice yıllara.

#ZeynepStefan, #AboutMe

 2,112 total views