Not If, But How!

2016 yılında finans sektörünün DLT (Distributed Ledger Technologies) ve blokzincir alanlarındaki ilk inisiyatifi olmak gibi önemli bir özelliğe sahip olarak kurulan ve bence son zamanlarda incelediğim en inovatif yapı olan B3i (Blockchain Insurance Industry Initiative) yine ve yeniden mercek altında. Almanya’dayken bütün kamuya açık toplantılarına şahsen katıldığım ve finansal piyasaların gelecek dinamiklerini belirlemek gibi elde etmek istediği ulvi hedeflere ulaşabilmesini gönülden desteklediğim ‘Tink-Tank’ benzeri yapının bu noktaya gelmesi inanılmaz üzücü bir durum. Önce Swiss RE CFO’su Dacey tarafından B3i’nin azalan sermaye yeterliliği değerlerine ithafen kamuoyu ile paylaşılan soru işaretleri giderek sektörün geneline yaygınlaşırken B3i’nin diğer hissedarları da itirazlarını yükseltmeye başladılar.

B3i, kuruluşunda birçok sigorta ve reasürans devinin en değerli insan kaynakları ve yüksek tutardaki fonları ile desteklenmiş ve harika bir uzun vadeli projeksiyon ile ulaşmak istediği hedeflerini netleştirmişti.  Bu harika geleceğe öncelikle akıllı sözleşmeler ile başlamak isteyen B3i, sözleşmelerdeki dönüşümün ardından sektörün hasar süreçlerini ve sonrasında da UW (underwriting – teknik analiz) süreçlerini tamamen dijitalleştirmeyi hedeflediğini belirtmişti. Sektördeki genel katılımın ve dijitalleşme konusundaki ‘risk iştahı’nın yetersizliği kurulum aşamasında da eleştirilirken benim gibi birçok sigorta sektörü profesyoneli için aşılabilecek bir eksiklik olarak değerlendirilmişti. Bugün aslında o kadar da aşılamadığını görüyoruz.

Sözleşmelerin dönüştürülmesinin sadece ‘risk iştahı’ndan fazlası olduğu, sektördeki kurumların bütçe ve bilgi işlem altyapısı açısından bu kapsamlı dönüşüme hiçbir şekilde hazır olmadıkları bugün karşımızda daha net bir şekilde belirmekte. Tıpkı iklim değişikliğindeki gibi, herkes birbirini bekliyor ve geniş katılımlı bir yapının gerekliliğinin altını çiziyor. Ne acı!

Bu ‘dilemma’ aklıma Sanayi Devrimi sırasında makineleri parçalayan ‘Ludist’leri getirdi. 1800’lerin başında İngiltere’de işsizliği arttırdığı gerekçesiyle çorap dokuma tezgahını paramparça eden Ned Ludd adlı İngiliz işçinin başlattığı bu akım artık bir paradigma haline geldi ve değişimin önündeki gereksiz çırpınışların sembolü oldu. O halde sigorta ve reasürans şirketlerinin üst düzey yöneticileri yeni Ludist’lerimiz mi? Şirketlerin bilgi işlem altyapılarındaki bu farklılıklar o kadar yönetilemez mi veya ortak bir platforma geçiş 21. Yüzyıl’da bu kadar mı imkânsız? Cevap aslında kocaman bir ‘Saçmalamayın’. Ancak o dönemde de yazılarımda altını çizdiğim bir nokta vardı; bu iş düzenleyici kurumu arkasına almadıkça başarılı olamaz! Sigorta ve reasürans sektörlerinin dünya ekonomisindeki rolleri inanılmaz, birçok harika dönüşümü; E.S.G., Solvency II, kömür işletmelerine teminat verilmemesi, karbon ayak izi gibi; herkesten önce gerçekleştiren bu kadar akıllı insanın da takıldığı bazı yerler olması çok normal, anormal olan ise bu noktada EIOPA’nın (European Insurance and Occupational Pensions Authority) devreye girip ihtiyaç duyulan desteği sağlamaması, sağlayamaması. Tıpkı sektörün başka bir devi Munich RE’nin vizyonu gibi: Not if, but how! Yani düşünmemiz gereken yapıp yapmayacağımız değil, mutlaka yapmalıyız ancak nasıl yapmamız gerektiğini tartışmalıyız. Dört kelimeyle harika bir sektör özeti: ‘Not If, But How!’

https://www.paraanaliz.com/2022/yazarlar/zeynep-stefan/zeynep-stefan-not-if-but-how-g-34622/

 1,820 total views

Hindistan 2025 Ödeme Sistemleri Vizyonu ve Türkiye İzdüşümleri

Bir akademisyen olarak rapor okumaya sondan başlarım; hangi kaynaklar kullanılmış, dokümanda hangi kısaltmalar var, bilmediğim bir kavram var mı vb. Hindistan’ın bence daha uzun vadeye yayılması gereken ödeme sistemleri projeksiyonunu da sondan başlayarak okumaya başladım.

Öncelikle Türkiye Merkez Bankası’nın yıllar önce ödeme sistemleri kontrolünü eline almasıyla ilgili kararının ne kadar doğru olduğunu, ödeme sistemlerinin parasal kontrol ve etkinliğin sağlanması amaçları için ne kadar önemli olduğunu ve Merkez Bankası’nın asli görevleri arasında yer aldığını dünyanın en büyük altıncı ekonomisinin hazırladığı projeksiyon vasıtasıyla bir kere daha teyit etmiş oluyoruz. Dikkat çekici bir başka nokta ise henüz diğer muadillerinde görmediğim bir farkındalık; RBI (Reserve Bank of India) aslında parasal sistemin yeniden dizayn edildiğini/edilmesi gerektiğini görerek kendi pozisyonunu da güncellemekte ve gelecekte geriden gelmeyeceğinin ve finansal sistemlerin yolunu yaratıcı özelliğini daha etkin şekilde gerçekleştireceğinin de altını çizmekte. Tam olması gerektiği gibi! (Bununla birlikte 2001 yılından beri bu paradigmaya sahip olduklarını söylüyorlar ki bence biraz abartmışlar, olsaydı şu anda halen kripto para çamurunda debelenmezlerdi.)

Altı çizilmesi gereken ilk ve en önemli nokta Hindistan’ın iç kaynaklarının kullanımına verdiği önem. (Bu özelliği ile de Türkiye ile benzerlik gösterdiğini kolaylıkla söyleyebiliriz) Raporun genelinden aldığım hava Hindistan’ın nüfusu, iktisadi yapısı ve dünya ekonomisindeki yerini bilerek davrandığı ve bu ölçekte bir büyüklüğü farklı ülkelerin kullanımına sunmayacağı; kendi veri yapısını oluşturacağı, kendi tüketiciyi koruma kanunlarını uygulayacağı, kendi suiistimal önleme mekanizmasını kullanacağı ve mevcut uygulamaları tek bir platforma bağlayacağı, hemen hemen bütün milletlerin peşinde olduğu paranın seyri verisini büyük bir dikkatle ve kendi belirleyeceği yüksek standartlar ile ve sadece kendi toprakları üzerinde koruyacağı.

Paranın seyrine dahil olan her kişi ve kurumun regülasyona tabi olacağını ve ‘short-cut’lara kesinlikle izin verilmeyeceğini belirten RBI (ki ülkemizde Merkez Bankası’nın da yaklaşımı da bu şekilde), ödeme sistemlerinde hız, etkinlik ve her yerden ulaşılabilme standartlarının ülke geneline yayılması gerektiğine de işaret etmekte. (Ancak bu ulvi amaçlara hangi yollardan varılacağı belirtilmemiş doğal olarak) İşte burada harika bir yol ayrımı karşımıza çıkıyor ki hangi yola sapılması gerektiğine sadece risk yöneticileri ve iktisatçılar karar verebilecek!

RBI’nın belirttiği hız aslında opsiyonel. Örneğin bu hızı ECB (European Central Bank- Avrupa Merkez Bankası) gibi geri plana itip daha temkinli ve garanti gidebilirsiniz ancak bölge avantajınızı, paranızın rezerv para olma talebini ve senyoraj hakkının getirdiği kolaylıkları kaybedersiniz. Veya son sürat dalabilirsiniz, artık karşınıza ne çıkarsa. Karşınıza ne çıkarsa dedim çünkü daha önce yapılmadığı için bir ülkenin ödeme sistemlerinin dijitalleştirilmesi ve paranın takibinin her adımda kolaylıkla yapılabilmesinin nasıl bir his olduğunu henüz bilmiyoruz. Bu alınabilecek bir risk, eğer kaybedecek çok bir şeyiniz yoksa, eğer orta gelir tuzağında debeleniyorsanız, eğer dışa bağımlı ve kırılgan ekonominizi bir yerlere getirmek istiyorsanız. Tıpkı Türkiye gibi. Üstelik Hindistan’dan daha küçük (bayağı küçük – Hindistan 3.250 milyar Dolar GDP ile altıncı sırada, Türkiye 844,5 milyar Dolar GDP ile 22. Sırada – neredeyse dört katımız kadar büyük) olduğumuz için bu riski de görece daha kolay alabiliriz. Ancak bu cahil cesaretinin mutlaka sıkı iktisadi politikalar ile beslenmesi, senaryoların çok iyi belirlenmesi ve özellikle Merkez Bankası’nın piyasaya müdahalede kullandığı unsurlara etkin ulaşımının garanti edilmesi gerekmekte. Teknolojinin de mutlaka Türkiye’de geliştirilmesi gerekiyor ki son dönemde çok popüler olan ‘yerli ve milli’ kavramına asıl ihtiyacımız olan yer tam da burası.

Hemen bir parantez açıp Hindistan ekonomisinin yapısına da kısaca bakmalıyız. 2020 verilerine göre Hindistan GDP’sinin %40’ını finansal servislerden gelmekte ki bu oranın yarısı bankacılıktan geliyor. Bence güzel bir dağılım. Türkiye’de finansal piyasalarda bankacılığın yerinin ağırlığından sürekli şikâyet ettiğimi yazılarımı okuyanlar bilir. Hindistan’da tasarruf oranları da yüksek seyretmekte, GDP’nin yaklaşık %35. Hindistan’ın da tıpkı Türkiye gibi stratejik bir konumu var. Hem daha doğuya; Çin, Japonya, Avusturalya; yakın hem de Arap Yarımadası, İran ve Avrupa’ya. Hindistan’ın da birçok hızlı ekonomi gibi önemli yapısal probleri mevcut; çevre kirliliği, Gini Katsayısı, yoğun yoksulluk. Bunlar ve ekonomik gelişimine etkisi ayrı bir iktisadi analizin konusu olabilecek derinlikte.

RBI’nın 2019-2021 vizyonunda ortaya koyduğu birçok kavramın (2FA, AFA, BNPL, BPSS, CCIL, CLS, CPFIR, CPS, DPI, e-BAAT, FMI, FSC, IMPS, INFINET, LEI, NACH, ODR, PvP, PAC, PPI, PSS Act, PSO, RTGS, SFMS, UPI, VPA – 1.6. ve 2.2. Bölümlerinde belirtilenler) aynen alınıp İstanbul Finans Merkezi Kanunu’na entegre edilmesi ve her bir kavram için bir projeksiyon oluşturulması da harika bir adım olacaktır. (Bu kavramların her biri aslında teker teker hakkında yazı yazılabilecek derinlikte, takip eden yazılarımda değiniyor olacağım.)

Hindistan 2025 vizyonunu beş kavram ile özetlemiş ki şapka çıkartıyorum: Integrity (bütünlük), Inclusion (kapsayıcılık), Innovation (İnovasyon), Institutionalisation (kurumsallaşma) ve Internationalisation (uluslararasılaşma). Aslında oldukça jenerik olmakla birlikte bu kavramları Hindistan Merkez Bankası’nın resmi raporunda görmek beni inanılmaz mutlu etti. Üstelik bu kavramlar sadece ödeme sistemleri için değil finansal piyasaların herhangi bir kesimi için temel indikatörler olarak her türlü iş planına entegre edilebilir. RBI yine bu hedeflerine nasıl değineceğini belirtmemiş, artık orası bizim hayal gücümüze kalsın.

Son olarak raporda dikkatimi çeken başka bir unsur ise IoT’lerin ödeme sistemlerini şekillendirmedeki önemine değinmeleri. Vizyon raporunda yer almamakla birlikte Hindistan’dan yakında IoT’ler için de sıkı bir takip planlamasını beklemeliyiz. IoT konusu giderek Blockchain’den daha belirleyici olmakta. Benim öngörüm dönüştürücü teknolojilerde Blockchain’in öne çıkacağı yönündeydi ancak görüyorum ki kolayı seviyoruz. Kendi fiziksel özelliklerimizde olduğu gibi emeklemeden yürüyemiyorsak, finansal piyasalarımızda da dönüşüm önce en kolay olanlardan başlayacak demek ki. Gelecek projeksiyonlarım için önemli bir geribildirim de vermiş oldum kendime böylece.

#ZeynepTuran, #FinancialInclusion, #Integration, #Inclusion, #Innovation, #Institutionalisation, #Internationalisation, #IoT, #AIZA   

https://www.paraanaliz.com/2022/yazarlar/zeynep-stefan/zeynep-stefan-yazdi-hindistan-2025-odeme-sistemleri-vizyonu-ve-turkiye-izdusumleri-g-35171/

 1,840 total views

Limondan Limonata Yapmak Sadece ‘Sünni Müslüman Erkekler’in İşi mi?

Harika bir meditasyon yöntemi kumsaldan izmarit toplamak. Bugün yine harika bir antik kente yakın, harika sonsuzluktaki harika bir kumsalda izmarit topladım. Üç poşet çöp! Sadece gözümün gördükleri, kumsalın devamındaki otların arasında binlerce kat fazlası vardı. Sonra şarkı söylemeye başladım. Sonra da derin düşüncelere daldım. İzmaritleri almak için her seferinde durmak, elimdeki çöp poşetlerini bırakmak, eğilmek ve izmariti gömüldüğü kumsaldan çıkarmak bana Beyonce’nin ‘Büyükanneme limon verdiler, o limonata yaptı’ sözünü hatırlattı. (Bu hareketler aslında Beyonce’nin dans koreografilerinde de mevcut) Sonra kumsaldaki izmaritleri (limonları) toplayarak o eşsiz güzellikteki bölgeyi nasıl güzelleştirdiğimi (limonata yaptığımı) düşündüm. Aslında her şey böyle başladı.

40 Yaş inanılmaz. Nasıl bir dinginlik, olanı kabul etme, sakinleşme, eldekiyle yetinme ve derin düşüncelere dalma hali. Daha 40 yaşımın üçüncü gününde böyleyse seneye balıklama dalacağım dördüncü disiplinden sonrasını düşünemiyorum! Bu arada aklıma aslında aklımı şekillendiren ilk disiplin geldi: Risk Yönetimi!

İşimi inanılmaz seviyorum, sosyal medyada ‘I (kalp) my job’ yazmayacak kadar çok, veya CEO’ların söyledikleri yalanların sonuçlarını yüzlerine çarpabilecek (tabi ki kapalı kapılar ardında) kadar çok! Uzun zamandır neden sevdiğimi de düşünüyorum. Aslında cevabım şuymuş: Ben çelişki yakalamaya bayılıyorum ki sorduğum soruların ana motivasyonu da buymuş. Örneğin denklik aranırken kadınların erkeklere koşulsuz itaat etmesi gerektiğinin altının bu kadar çizilmesindeki çelişki (Bunu sadece erkeklerin söylemesi de başka bir çelişki). Örneğin hepsi ayrı ayrı maruz kalıyorken özellikle başı örtülü kadınların erkeklerin alaycı ifadelerine karşı birbirlerini desteklememeleri çelişkisi. Almanların ‘Muttermobbing / Fraumobbing’ dediklerinden! Tırnaklarıyla erkek egemen bir ortamda harika işler çıkararak hak ettiği bir göreve gelen bir kadının paraşütle bir noktaya indirilen ‘Sünni Müslüman Erkekler (SME)’ tarafından alaya alınması! Bu da tam bir limon-limonata hikayesi değil mi? Neden böyle bir meydan okuma hikayesi sadece ‘başı açık’ hemcinsleri tarafından takdirle karşılanabilmekte?    

Halbuki hepimiz biliriz/bilmeliyiz ki bu araba ancak iki tekerinin aynı anda çalışması durumunda ilerler, aksi durumda şu anda olduğu gibi biri diğerini engelleyerek çevresinde daireler çizmesini ve bir arpa boyu yol alamamasını sağlar. İktisadi hayatta, siz deyin sürdürülebilir finans ben diyeyim İslami finans; ki bence iki kavram arasında çok ciddi farklılıklar da yok, İslami ise mutlaka sürdürülebilirdir aynı zamanda; neoklasik iktisattan yaka silkmiş birçok ekonomist için gerçek bir çıkış yolu olabilecek potansiyelde. Ama bu sadece ‘Sünni Müslüman Erkekler (SME)’le mi mümkün olabilir? Bütün gücüyle bu kapalı devreden çıkmayı amaçlayan ‘bu fikir’ için kadınların da erkekler kadar çalışması, söz alması ve uygun gördüğü yerde ‘Hayır’ diyerek öne çıkması/çıkabilmesi gerekmez mi? Belki de daha fazlası! Cevap aslında nerde verildi biliyor musunuz? Prof. Dr. Uğur Derman ‘Dua Vakti’ sergisine eşi, ismi gibi güzellikte, Çiçek Hanım ile katıldığında. Bir anda nasıl değiştirmişti o açılışın sert ve sadece ‘Sünni Müslüman Erkekler (SME)’den oluşan havasını. Muhtemelen diğer davetlilerin de beklemediği bir şekilde ve o harika eserlerle birlikte. İşte bunun gibi daha çoklarına ihtiyacımız var bu ulvi görevi Anglikanizm’in ellerinden almak istiyorsak.  

 2,104 total views

40 Yaşım

00.30 – Fethiye

Yaklaşık 13 saat sonra harika bir 40 yılı geride bırakmış olacağım. Bu yaşıma, aldığım nefese, sahip olduklarıma bin şükür. Mensup olduğum jenerasyonun aksine yaşımı hiç saklamadım. Yaşanmamış/yaşanamayan bir ömür içerisinde olanın, vardığı nokta ile olmak istediği yer arasında önemli bir fark olduğunu düşünen kişinin yaşını sakladığını düşünürüm hep. İnşallah önümüzdeki 40 yılda da saklama ihtiyacını hiç hissetmem, yaşınızı hiç göstermiyorsunuz gibi iltifat olduğu düşünülen sözlere de güler geçerim.  

2 sene önce doğum günümde 40 Yaşıma bir mektup yazmıştım (https://zeynepstefan.com/40-yas-40-kitap-4-dil-4-ulke-ve-4-diploma/). 40 yaşıma kadar yılda en az 40 kitap okumayı, günlük en az 40 sayfa okumayı, 4 diploma sahibi olmayı, 4 ülkede yaşamayı ve 4 dil konuşmayı istediğimi ve önümüzdeki iki senede bunları gerçekleştirmek için çalışacağımı anlatan bir mektuptu. 2 sene sonra 40 yaşıma girerken iki sene önceki bana bakıyorum. Bu dileklerimin hepsini, çok şükür, gerçekleştirmekle birlikte (4 ülke dışında, 3 ülkede kaldım😊) iki senenin sonunda kendime koyduğum hedeflerin ne kadar boş olduğunu düşündüm bugün. 40 yaşında, kariyerinde iyi bir noktaya varmış, iyi eğitim almış ve ömrünün artık şimdiye kadar aldıklarını ve öğrendiklerini paylaşacağı bir döneminde olduğunu düşünen biri olarak basit hedefler koymuşum dedim kendi kendime.

Bu sefer ne zamana kadar gerçekleştirebilirim bilmiyorum ancak biraz daha yapısal ve dönüştürücü hedefler belirledim eğer bir 10 sene daha bu kadar kitap okumak, bu seviyede spor yapmak ve beynimi gün içerisinde bu kadar yüksek konsantrasyonla çalıştırmak istiyorsam. Bu hedefimi de aslında herkesin bildiği bir ‘Tweet’de buldum: Az Ye – Az Uyu – Az Konuş.

Az yemek bu hedeflerin içerisinde muhtemelen en çok bilineni. Benim için ise az yemek aslında kendimi sonraki 40 yıla (inşallah) hazırlayacak bir temel, daha iyi tüketerek vücudumun her geçen gün azalan enerjisini daha faydalı kanallara aktarabilmek. Şerri olduğunu bildiğim anlık hazzın zamana yayılabilmesi için yapılması gereken. Vücudumun bu uzun yolda benimle yürüyebilmesi ve beynimi daha sağlıklı besleyebilmesi için gereken koşullardan biri ki son zamanlarda keşfettiğim bu zorlu ancak sonuçları fikren inanılmaz şekillendirici durumu uzun yıllar devam ettiririm umarım.  

Az uyumaktan anladığım ise aslında sadece az uyumak değil, uyumam gerektiği kadar, başımı yastığa daha huzurlu ve vicdanı rahat koyabileceğim kadar uyumak. Son dönemlerdeki gelip geçen sıkıntılarla birlikte zaten gerçekleştiriyor olmakla birlikte artık bilinçli şekilde bunu rutin haline getirmek 40 yaşımdan sonraki hayatım için yeni hedefim olacak.  

Az konuşmak ise bambaşka. Sadece az konuşmak değil; yerinde konuşmak, yeterince konuşmak, yeterince susmak ve belki de en önemlisi yeterince soru sormak; iletişimi kesmek ve çoğu zaman kafamda dolaşanlarla baş başa kalabilmek. Boş konuşmaya, gereksiz açıklamalara, belki de kendimi hiç gerçekten açıklayamayacağım durumlara akıtacağım enerjiyi daha fazla değer yaratacağım bir yere akıtmak ve öyle bir yer kesinlikle var. Özellikle az konuşma muhtemelen üzerinde en çok çalışmam gereken hedefim olacak ki ileride hala fikirlerinden faydalanılabilecek biri olmak istiyorsam öncelikle bunu başarmalıyım.

Bu üç hedefle birlikte son zamanlarda sadece taklitle başladığım ancak sonrasında beni ne kadar şekillendirdiğini gördüğüm iki durum var ki bana aslında bazı şeylerin böyle de başlayabileceğini, sırf birilerine göstermek için yapılabileceğini ancak sonrasında kendi derinliğini bulabileceğini gösterdi. Bu edindiğim ve uzun yıllar aksatmadan devam ettirmek istediğim iki alışkanlık ise umarım beni ömrümün sonuna kadar takip eder, elimden düşürmediğim bir kendi kendini hatırlama eylemi (tespih çekmek gibi) olarak benimle kalır.

Nice güzel ve her şeyden önce hayırlı yaşlara.

#ZeynepTuran, #AboutMe, #AIZA

Göcek, 11/07/2022 01.30

Harika bir yaşa harika bir doğum günü. Tıpkı bana benzeyen bir doğum günü. Daha önce hiç gitmediğim, görmediğim bir yerdeydim. İnşallah yeni yaşımda da birçok harika yeni deneyimim olur. Kardeşim, annem, en önemlisi evlatlarım. İnşallah yeni yaşımda da hep sevdiklerimle çevrili olurum. Daha önce gitmediğim bir yerde daha önce yüzmediğim sularda dalgalarda battım çıktım. O alabildiğine geniş ve kimsenin olmadığı kumsalda o yoğun dalga sesinin bin yıllarca yankılandığını ve benden sonra da belirlenen zamana kadar yankılanıp duracağını gördüm. Ne kadar ufak ne kadar sıradandım. O büyüklük ve kumsaldaki o genişlik beni belki de ilk bebeklik anıma götürdü. Belki sadece hayal ürünü bu anı. Köşede yüzüm duvara doğru oturuyorum halının üzerinde. Ne kadar küçük olduğumu anladığım ilk an. Üzerinden en az 39 yıl geçtikten sonra da yine aynı his. Kocaman, ıssız bucaksız bir kumsal. Kimse yok. Tuzlu olmayan daha soğuk bir su ile birleşiyor ve uzuyor da uzuyor. Yürüsem bitmez, yüzsem bitmez, rüzgârı bitmez. Köşedeki antik kent Letoon ise bu sert rüzgârın ve dalgaların güçlü seslerini belki benden daha uzun süre dinlemiş kişilerin eski evi. Ne harika bir yapı. Pagan döneminin tapınaklarının taşlarından erken dönem Hristiyan bir bazilika yapabilen pragmatist insanlar. Ne şahane bir medeniyetmiş ve aslında o da ne kadar küçük kalmış. O ihtişam, o taşlar, o amfitiyatro gitmiş. Yerine taşlardan biten bitkiler ve bakmaya doyamayacağın zeytin ağaçları gelmiş. Bir şeyler yapıyorsun. Belki kendince harika. Ancak anlıyorsun ki bitecek ve yerine senden bağımsız daha harika bir versiyon gelecek. Biteceğini bile bile, bir gün kimsenin hatırlamayacağını bile bile yapmaya devam etmek. Nerden gelecek bu motivasyon? Bazılarının kaynağa ihtiyacı yokmuş.

Tabi ki sadece yüzmekle kalmadım, belki de haftalarca kaplumbağa yumurtalarını kirleten çöpleri de topladım. Tıpkı Prof. Dr. Aziz Sancar’ın söylediği gibi: ‘Gölgede kalanın izi kalmaz!’ Ben de gölgede kalmadım. O harika yerde elime plastik poşetler aldım, şişeleri, yakılmış çöpleri, sigara izmaritlerini topladım. Ayaklarım yandı kızgın kumda, ancak toplamaya devam ettim. İzimi bıraktım. Belki çok ufak, ama gidişatı değiştirebilecek kadar değerli. Toplarken sürekli dua ettim. Bu izmariti burada kuma gömen sigarayı bıraksın, bu çöpü atan ıslah olsun…

Harika bir gündü, en harika doğum günümdü. Hiç abartı değil, sadece tevekkül ve heyecan. Sadece samimi ve yalın. Sadece beklenmedik ve yakın. Belki ilk defa olduğumla, olamadıklarımla, neyim varsa, neyim yoksa farkına vararak geçirdiğim ilk gündü. Tam da yeni hedeflerime uygun oldu diye düşündüm. Şükrettim, şükrettim, şükrettim…  

 1,538 total views