Too Complex To Exist(!)
2008 krizinin iktisadi düşünce hayatımıza getirdiği önemli kavramlardan biri ‘Too Big To Fail’ (TBTF) kavramıydı, yani batamayacak veya batmaması gerekecek kadar büyük. Öncelikle Amerikan Hükümeti tarafından uzun yıllar boyunca bilinçli şekilde yürütülen ve piyasaya yavaş yavaş enjekte edilen deregülasyonun bekledikleri sonuçları ortaya çıkartmayacağı görülünce ortaya çıkan bu gel-git sadece, ünlü yatırımcıların sıklıkla kullandığı gibi; denizde çıplak yüzen yüzücüleri batırmakla kalmadı denizin dibini boylamaması gereken birçok kurumu da yarattığı dip dalga ile çökertti. Yani çok da adil bir çözüm olamadığı görüldü TBTF klasifikasyonunun!
İktisadi hayatı birçok anlamda doğaya benzetirim. Doğada da insanoğlunun müthiş bir yıkımı ve sınırsız zarar potansiyeli vardır. Ancak sonrasında zarar bölgesinden çekildiğinde/çekilebildiğinde yıkımla doğru orantılı bir hızda kendini iyileştirme ve yenileme becerisi ortaya çıkar ve yaraları hızla sarmaya başlar. Bu özelliği ile aslında palyatif bir sistem olarak adlandırılan (ki bence tam tersi) iktisadi yapı ile benzerlik gösterir. İktisadi yapıda da insanoğlunun sınırsız (aklımızın alamayacağı ve olabildiği kadar derinden) zarar potansiyeli vardır. Ancak tıpkı doğadaki gibi çekildiğinde/çekilebildiğinde Keynes’in altını çizdiği, bizi ölü yapan uzun vadeye bile gelmeden yola tekrar çıkılabildiğini ve dalgaların azaldığını görürüz.
2008 öncesi iktisat politikalarının meyvesi olan ‘TBTF’ tıpkı doğada yaptığımız katliam gibiydi; sentetik, çirkin ve gerçekte var olmaması gereken. Ve sonrasında ortaya çıkan çözüm de bir o kadar şirin, kesin ve iş bitiriciydi: Too Complex To Exist (TCTE – Hayatta Kalamayacak Kadar Karmaşık)! Zarar görülünce ve daha fazla sürdürülemeyince yani insanoğlu iktisadi yapıyı daha fazla eğip bükemeyeceği noktaya gelince çözüm ‘kendiliğinden’ ortaya çıktı ve ‘TBTF’ birden harika bir forma, TCTE’e büründü.
Peki nasıl oldu da TBTF’den TCTE’ye vardık? Aslında doğru soru her zaman böyle mi, bu kadar yıkıcı mı olması gerektiği? İyi ile kötüyü ayrıştıran daha kolay bir yol, bir nevi sadece masumların binebileceği bir Nuh’un Gemisi kolaylıkla inşa edilemez/bulunamaz mıydı? Yoksa aslında ‘TCTE’ bizim aradığımız ve yüzyılımızda sadece bu formuyla var olabilecek bir Nuh’un Gemisi mi? Yoğun şekilde karşı çıktığımız sistemik riske karşı geliştirilen ek sermaye artırım talepleri, yönetişim yapısındaki bitmek bilmeyen revizyonlar ve raporlamalar, resmi bir parçası olmamamıza rağmen doğal bir uzantısı olduğumuz Avrupa Birliği yatırım kısıtları ve kendi bünyemize uyguladığımız daha birçok rejim (E.S.G., I.F.R.S. 17 vb.) aslından Türk ekonomisi olarak inşa ettiğimiz ve son zamanlarda sıklıkla başvurduğumuz TCTE’mi can simitlerimiz mi? Benim için cevabı çok net olan bu soruya kocaman bir EVET diyorum.
Birçok platformda çekinmeden sigorta sektörüne bankacılık faaliyetlerinden daha çok inandığımı ve sigortacılığı bankacılıktan daha yararlı ve gerekli bulduğumu söylerim. Çünkü sigorta sektörü içerisindeki dinamiklerle (riskin gerçekleşmesi – hasar) pozitif geri bildirim hakimiyetini kırar ve yoğun dengesizlik halini bir nevi kontrol altına alır. Negatif geri bildirimin (risk analizleri, klozlar vb.) her fırsatta ve ağırlıkla hâkim olduğu istikrarlı bir gelişim ve denge dönemine görece daha kolay girer. İnterdisipliner özelliği ile karmaşık bir yapısı olan ve dolayısıyla bir şekilde oluşumuna katkıda bulunduğu entropilerin de derli toplu denklemlerle çözülemediği sigortacılık, sevgili Ateşan Hoca’nın ‘Karmaşıklık Ekonomisi’ kitabında belirttiği gibi o kadar dinamiktir ki başlangıç koşullarına olan hassasiyeti (poliçe aşaması, risk analizleri), eksikliği durumunda ortaya çıkacak müthiş kaosu en iyi tanımlayan özelliğidir.
Sigorta sektörü interdisipliner olmasının yanında içerisinde birçok değişken ve etkileşen barındıran harika bir ‘adaptiflik’ özelliğine sahiptir ki örneğin büyük İstanbul Depremi (Maazallah) gerçekleştiğinde belki de iktisadi yapımızda hayatta kalacak/kalması gereken tek fonksiyon olacaktır/olmalıdır. Yani birçok varlık batabilir veya çökebilir ancak sadece sigorta şirketleri varlıklarını sürdürür/sürdürmelidir. Özellikle yönetişim yapısında alınması gereken kararların bu bilinç çerçevesinde gerçekleştirildiğinden emin olunması ise sigorta sektörünü düzenleyen kurumların bir numaralı görevleridir.
Peki varlığı bir dert yokluğu çok ayrı bir dert olan, sınırlı kaynakları her seferinde farklı şekillerde ve sürekli olan değişen bu sistem nasıl incelenmeli? Bu kadar otonom ajanın olduğu bir yapıda neden-sonuç ilişkisini öngörebilmek bu kadar mı zor? Bu sorunun cevabını, sigorta sektörünün aslında nasıl bir TCTE makinesi olduğunu ve yeni gözdem mikro finansmanın (teşekkür ederim Albaraka Türk) bu resimde nerde yer aldığını bir sonraki yazımda değerlendiriyor olacağım.
#ZeynepTuran, #Aiza, #TooBigToFail, #TooComplexToExist, #FinancialInclusion, #MicroFinancingSolutions
1,536 total views