Çift Taraflı Bir Sistemik Risk: Konsolidasyon – I

InsurTech ile kısa bir ara vermeme rağmen son aylarda hızla artan satın alma ve birleşme işlemleri ile ilk göz ağrım risk yönetimi disiplinine tekrar dönüş yapmış oldum. Risk alanında çalıştığım yıllarda elde ettiğim teknik benim için öyle değerli ki hem proje yönetimi gibi kadim, hem de InsurTech (ki InsurTech’i de aslında beş ana risk grubunun hepsine etki edebilecek yeni bir risk türü olarak görüyorum) gibi yıldızı yeni parlayan alanlarda kullanılabilecek bilgi setlerine sahip.   

Bu bilgi setlerini kullandığım son alan ise sadece Türk sigorta sektörünün değil, Almanya ve Doğu Avrupa piyasalarının da gündeminde bulunan satın alma ve birleşme faaliyetleri. Geçtiğimiz haftalarda Doğu Avrupa piyasası ülkelerinden birinde gerçekleştirilecek bir satın alma işleminin ‘Due Diligence’ sürecinde ekibimle birlikte yer alma fırsatımız oldu. Bu projeyi bir fırsat olarak adlandırmamın sebebi ise çalıştığımız danışmanlık firmasının küçük ölçeğinden dolayı, satın alma veya almama kararına giden bir çok aşamaya katkıda bulunabilmiş olmamız.

En başa dönecek olursak, ister satın alma ister birleşme kararı sonrasında gerçekleşsin, ortaya çıkardığı kurumsal büyüklük, sektör üzerinde (özellikle fiyatlar üzerinde) yaratabileceği dominant etki ve beraberinde getireceği sistemik risk dolayısıyla düzenleyici kurumlar ve eğer yetki alanları içerisinde ise rekabet kurumları tarafından pek tercih edilmeyen bir işlemdir konsolidasyon. Sektörde azalan şirket sayısı ile birlikte azalan finansal kriz olasılığı yanında, krizin gerçekleşmesi durumunda finansal sistemin bütününe olan etkisi ters orantılı olarak hızla artar. Sektörde ağırlığını arttıran şirket, piyasaya yansıyan fiyatları da domine etmeye başlar ve tüketici hakları kısa ve orta vadede önemli erezyona uğratılır.   

Sektörde farklı özellikte birçok şirketin yer almasının sağlayacağı diğer bir avantaj olan çeşitlendirilmiş bir sigortacılık ekosistemi, birleşme ve satın alma faaliyetleri ile birlikte ortadan kalkmakta, farklı UW veya karlılık politikalarının yerini tektip uygulamalar almaktadır. Konsolidasyon ile birlikte birbirine benzeyen şirketlerin sayıları hızla artmakta, sektör homojen bir yapıya bürünmekte, ülke ekonomisi için köşe taşı niteliğindeki sigorta sektörünün gelişimi için alınabilecek düşük kar beklentili kararlar rafa kaldırılabilecektir. Bu sonuçlar çoğu ülkede sektördeki pay sahipliğinin rekabet kurumları tarafından kontrol edilmesi, üretim payları ve sektör sıralamaları arasında değişimlerin desteklenmesi ve fiyat rekabetinin belli koşullar çerçevesinde canlı tutulması sonuçlarını getirmiştir.

Ülke analizlerine geçmeden önce birleşme ve satın alma süreçleriyle ilgili altını çizmek istediğim diğer bir husus ise konsolidasyon riskinin sadece Türkiye gibi gelişmekte olan piyasalarda değil olgun pazarlarla da dikkatle izlenmesi gerektiği. Yakında zamanda, sahip olduğu hayat portföyünün yarattığı sistemik risk gerekçesiyle Amerika Birleşik Devletleri düzenleyici kurumu tarafından MedLife’a iletilen ek sermaye talebi, satın alma ve birleşme faaliyetlerinin olası yan etkilerini göstermesi açısıdan önemli bir örnektir.   

Konsolidasyon ve beraberinde gelen sistemik riskin nasıl ortaya çıktığı ve ne şekilde kontrol altına alınabileceğini üç farklı yazıda ve deneyimleme fırsatı bulduğum üç coğrafi alandaki; daha olgun pazar yapıları ile Batı Avrupa ülkeleri, bize daha yakın özellikleri ile Doğu Avrupa ülkeleri ve Türkiye; benzerlik ve farklılıkları sıralayarak anlatmaya çalışacağım.

Öncelikle Türkiye pazarındaki durumu 2008 – 2018 yılları arasında incelersek 2008 yılında elementer branşında 49 şirketin, hayat ve emeklilik branşında ise 25 şirketin faaliyet gösterdiğini görmekteyiz. Aynı dönemde ilk üç şirketin pazar payı elementer branşta %32, hayat branşında ise %52 olarak gerçekleşmiş. İlk on şirketin pazar payı ise elementer branşta %73,6 ve hayat branşında ise %88,2 olarak karşımıza çıkmakta (Kaynak TSB). Elementer branşta dağılımı uygun bulmakla birlikte hayat branşına sistemik risk ‘ben burdayım’ ikazlarına 2008 yılında başlamış durumda. 2018 yılındaki gerçekleşmeleri incelediğimizde ise şirket sayısının elementer branşta 38’e (2008 verilerine göre %19) ve hayat branşında ise 21’e (2008 verilerine göre %16) düştüğünü görmekteyiz.  2018 yılı verilerine göre elementer branşta ilk üç şirketin üretim toplamının sektör geneline oranı %31,6 olarak gerçekleşirken ilk on şirketin üretim toplamı %65,7 olarak gerçekleşmiştir. Hayat branşında ise ilk üç şirketin üretim toplamı %35,9 ve ilk on şirketin üretim toplamı %83,7’dir.

Kısaca Türkiye pazarında elementer ve hayat branşlarında ilk üç şirketin toplam üretimdeki payları, 2008 yılından itibaren düşme eğilimi göstermiş ve şirket üretimleri arasındaki üretim farklılaşması görece olumlu bir seyir izlemiştir. Bu farklılaşma ile birlikte prim üretimi de belirtilen yıllar içerisinde düzenli artış göstermiş, 2008 yılındaki 7,11 milyar TL değerinden 53,5 milyar TL değerine yükselmiştir. Sektörün gelişimini ilgili dönemdeki ekonomik büyüme (gelir yöntemi ile hesaplanmış gayrısafi yurtiçi hasıla toplamı) ile kıyasladığımızda ise sigorta sektörünün 2009 yılındaki %1,24’lük katkısının 2018 yılında %1,5’a (46 milyar TL’lik brüt prim üretimine karşın 3,1 trilyon TL GSYIH) yükseldiği görülmektedir.

Sonuç olarak belirtilen dönemde Tük sigorta sektörü görece dengeli bir büyüme seyretmiş, birleşme ve satınalmalar gerçekleşmesine rağmen, düzenleyici kurumun da etkin kontrolleri ile sistemik riske yol açabilecek herhangi bir şirket üzerine yoğunlaşmış bir üretim profilinden uzak durulmuş, sağlıklı bir sektör profili çizilmiştir. Piyasa analizimizin diğer ayakları olan Almanya ve Doğu Avrupa ülkeleri analizi ise takip eden yazıların konusu olacaktır.

#DueDiligence, #InsurTech, #Merger&Acquisition, #RegulatoryBody, #AizaConsulting, #ZeynepStefan

 1,154 total views