Behavioral Dynamics Behind Insurance Demand / 2
Sigorta sektörünün, toplanan primin bazı branşlar için yetersizliği, artan zarar, gerçekleştirilen prim artışları ve sigorta müşterisi olan veya olabilecek kişilerin buna tepkileri, düzenleyici kurumun sık yönetmelikleri gibi güncel ajandası bir yana, şirketler, sigortacılığın birincil kuralı olan büyük sayılar kanununun tam anlamıyla işletilemediği bir piyasada faaliyet göstermekteler.
Penetrasyon olarak da adlandırılabilen bu kavram, Türkiye’de, bağlı bulunduğu OECD, yer almak istediği Avrupa Birliği veya diğer gelişmekte olan ülke gruplarına göre oldukça düşük düzeylerde. Bu atıl kapasitenin yarattığı beklenti, genç nüfusla birleşince büyük sigorta gruplarının Türkiye piyasasında yer alma isteklerinin temel sebeplerini oluşturmakta. Gelişen varlık sahipliği ile hergün daha çok kişi sigorta şirketlerinin radarına giriyor. Sigorta sahibi olmasa bile bu yüksek potansiyel bu grupların uzun vadeli iş planlarında önemli bir artı değer olarak yer alıyor.
Ancak, zorunlu sigortalarda bile olması gereken sigortalılık düzeyinin çok altında olmamız, sigorta sektörünün asıl dinamiği olarak görülen bireysel sigortaların bilinmeyişi ve yaygın olarak kullanılmayışı, deprem bölgesinde yaşamamıza rağmen deprem sigortasını neredeyse zorla yaptırıyor oluşumuz aklımıza neden sigortalılıktan kaçıyoruz sorusunu getirmeli. Bu sorunun çözümü sigortacılara öncelikle hasar ödemeleri için ihtiyaç duyacakları prim havuzunu yeteri kadar sağlayacak ve sonrasında da şirketin kar edip yeni ürünler geliştirmek ve ulaşılamayan sigortasız kişilere ulaşmak için faaliyetler geliştirmelerine kaynak sağlayacak. Mevcut durumdaki zarar eden sigorta şirketlerinin, artan primlerin ve sigortalanamayan iş kollarının gerisinde aslında işletilemeyen bu kanun ve genişletilemeyen sigortalı havuzu yer almakta.
Olasılık ve Kayıtsızlık
Kaybetme ihtimali olduğunu ve bu kaybın telafisinin uzun bir zaman alacağını bildiği bir varlık karşısında kişi neden bu kayıp ihtimalini devre dışı bırakmak istemez? Yani konu belirsizlik olunca neden rasyonel bir karar verme sürecinden geçip sigorta ürünlerini talep etmiyoruz? Bu soruyu iktisatta sıklıkla kullanılan iki kavram ile açıklayabiliriz. Biri, olasılık analizi diğeri ise kayıtsızlık.
Sigorta ürünlerini yaygın olarak kullanmak istemeyişimizin birinci nedeni zararın gerçekleşme olasılığını yeteri kadar yüksek bulmayışımız olabilir. Dolayısıyla sigorta primine ödenecek olan ek bir tutar, hızlı bir şekilde yapılan bir değerlendirme sonrasında gereksiz bir ek maliyet olarak görülebilir. Ancak burada karşımıza bu olasılığın nasıl belirlendiği ve en kötünün en kötü biçimde gerçekleşmesi gibi ekstrem sonuçlar (black swan) da çıkabilmekte. Dolayısıyla sigorta teminatı kapsamına girmemeyi tercih eden birinin bu kapsamlı matematiksel analizi ve öznel olasılık ölçme işlemini ne şekilde doğru gerçekleştirdiği veya gerçekleştirip gerçekleştirmediği belirsiz.
Diğer bir ihtimal olan kayıtsızlıkta ise kişi, olası zarar tutarına karşı kayıtsız kalma hakkını kullanmakta. Yani, varlığı kaybetme veya kaybetmeme arasında görünen ve görünmeyen koşullar açısından bir fark olmaması. Örneğin satış ve kullanımı sonucunda yaratılan değerlerin toplamının ile sigortalanması halinde ödenecek prim değerinin birbirine çok yakın olduğu durumlarda kişinin arabasını sigorta ettirmek istememesi.
Burada karar veren sigortalı açısından ve sigorta şirketi açısından önemli olacak diğer bir konu ise beklenen fayda. Sigorta sahibi olma ve büyük bir kayıp olasılığının giderilmesi sonucunda elde edilecek faydanın doğru belirlenip belirlenmeyeceği. Beklenen fayda sigortaya karar verme sürecimizde ne oranda yer almakta? Ne yazık ki beklenen faydanın değerini ancak sigortalanan risk ortaya çıkınca görüyoruz. Fabrikası tümden yanan ve işgücüyle birlikte işsiz kalan bir işveren, yaptırdığı sigorta poliçesi ölçüsünde tekrar iş hayatına dönebiliyor. Veya evi yanan bireysel bir sigortalı, eşyalarının ve evinin zararının tazmini sigorta şirketi tarafından gerçekleştirildikten sonra gerçek anlamda sigortalı olmanın beklenen faydasını yaşayabiliyor. Arabası çalınan bir kişi poliçe teminatı ölçüsünde zararı tazmin edildikten sonra iyi ki sigortalıyım diyebiliyor.
Elde Bulundurma Etkisi
Bu aşamada karşımıza iktisattaki başka bir kavram çıkıyor: elde bulundurma etkisi (endowment effect). Psikoloji ve davranışsal ekonomi disiplinleri içerisinde popüler bir kavram olan elde bulundurma etkisine göre herhangi bir ekonomik karar sürecinde yer alan bireyler kayıplarını kazançlarından daha fazla önemserler. Kazançlarını maksimum düzeyde arttırmak bir yana kayıplarını minimum düzeyde tutabilmek için azami gayret sarfederler. İş dünyasındaki birçok davranış biçimi bu kavram çerçevesinde açıklanabilir. Örneğin arabası ilk defa hasar gören bir kişinin arabasının genel durumundan ziyade değer kaybına odaklanması veya evi yanan bir kişinin zarar tamamıyla tazmin edilse bile evinin yanmış olması gerçeğinin üzerinde daha çok duruyor olması gibi.
Bu davranış kalıbına göre düşüncelerini şekillendiren bireylerin ilk yapacakları eylem ise kayıptan kaçınma (loss aversion) olarak adlandırılmakta. Sigortalı olma bilincinin temelindeki kavrama bu şekilde ulaşmış oluyoruz.
Peki özellikle kaybedecek varlıkları giderek artan gelişmekte olan ülkeler için kayıptan kaçınma dolayısıyla sigortlılık, bu kadar önemli olması gerekirken penetrasyon neden düşük kalabiliyor? Belirsizlik durumunda insan davranışlarını inceleyen pek çok karar alma modeli mevcut. Bu modeller kişiler için karar verme sürecinin her zaman rasyonel kararlar (sigortalı olma) ile sonlandırılamadığını irrasyonel kararların da en az ilk seçenek kadar yüksek olasılığa sahip olduğunu ortaya koymakta. Kişi, aslında yüksek olan veya ölçemediği bir olasılığı düşük olarak değerlendirip iyimserlik gösterebilir veya daha rasyonel veya kötümser bir tavırla olasılığı yüksek görüp sigorta teminatı altına girmeye karar verebilir.
Sonuç olarak, sigortalı olma bilinci beraberinde, kayıplara mağruz kalabilme ihtimalinin varlığını ve dolayısıyla bir miktar karamsarlığı getirmekte. Bu durumdan farklı olarak iyi sonuçların olasılıklarının (evin yanıcı maddelerde dolu olmasına rağmen yanmaması, kaza oranının yüksekliğine rağmen aracın kaza yapmaması, deprem bölgesinde yaşamamıza rağmen deprem olmaması vb.) abartılarak iyimserliğin ortaya çıkarılması ise kişilerin kendilerini riskten korunmaya ihtiyaç duymadıklarına inandırabilmekte. Bu sonuç ise iktisatta irrasyonel davranabilme özgürlüğü altında değerlendirilmekte.
#BehavioralDynamics, #Uncertainty, #ProbabilityAnalysis, #OECD, #InsurancePenetration, #EU, #BlackSwan, #EndowmentEffect, #LossAversion, #ZeynepStefan
1,356 total views, 1 views today