Teminat Açığı ile Mücadele ve Bir Sosyal Politika Uygulaması olarak Sigortacılık

Her ne kadar uygulama daha çok talep edilen ve ilgi çekici bulunulan alan olsa da kuram, bütün yapının yükseldiği, yapılması amaçlanan faaliyetin sahip olması istenen en temel değerlerinin belirlendiği ve aslında bütünü şekillendiren önemli bir tanım. Kuramın, yani temelin, sağlam atılmadığı, yeterli detayda açıklanamadığı her faaliyetin, belli bir dönem sonunda anlamını ve etkinliğini yitirdiğini ve belki de nihai amacına ulaşamadan sonlandırıldığını görürüz. Kuramın bu önemli etkisini anladıktan sonra sigorta sektöründeki faaliyetlerin hangi kuram etrafında şekillendiği sorusu üstüne düşünmeye başlamış ve teminat eksiliği (protection gap) kavramıyla tanışmıştım. Teminat eksikliği ile mücadele, aslında benim için sigorta sektöründe olmak istememin temel sebebi yani benim kuramım. Sigorta sektörünün yarattığı, mikrodan makroya, düzenleyici sosyal etkiler ve riskin gerçekleşmesi sonrasında evini veya bir yakınını kaybeden, hayatlarında kaybın olumsuz etkilerini yaşayan insanlar için bir nebze telafi ve bazı durumlarda teskinlik sağlayan hasar ödemeleri aslında teminat açığı temel kuramı etrafında şekillenmekte.

Teminat açığı kavramının ülke ekonomik ve sosyal politikalarına etkisi eğitim, toplumdaki yoksulluk kavramı ile mücadele ve sonuçta oluşturulan hak temelli bir sosyal içerme politikasını uygulayabilme gibi birçok makro değişkenle de bağlantılı. Bu geniş çerçeve içerisinde Ayşe Buğra’nın ‘Kapitalizm, Yoksulluk ve Türkiye’de Sosyal Politika’ adlı harika kitabını okudum ve aslında sigorta sektörünün ülke genelinde uygulanması talep edilen sosyal politikalara etkisi hakkında yeni fikirlere sahip oldum. 

Sigorta sektöründe yer alan birçok kişinin üzerinde mutabık olacağı gibi en çok maddi geliri yüksek olmayan kesim tarafından talep edilmesi gereken poliçe teminatı, prim bedelinin toplam hane gelirine oranının yüksekliği sebebiyle çoğunlukla, zorunlu sigortalarda dahi, es geçilmekte  ve bu durum ülke genelinde teminat açığını arttırıcı olumsuz bir etki yaratmakta. Birçok kaza ve doğal afet teminat dışı kalmakta, mağdurlar zararlarının tazminatı için çoğu zaman devlet desteği beklemekte ve bu durum mevcut sigortalı kesim üzerinde hakkaniyet kuralını zedelemekte ve sigortalanma oranını daha da düşürmekte.   

Teminat açığının artması aynı zamanda toplum bireyleri arasında güvence eksikliğinin ve yoksulluğun artması, genel çerçevede ise Ayse Buğra’nın kitabında belirttiği gibi yoksullaşan insanların topluma katılımını engelleyen bir sosyal dışlanma sorununun ortaya çıkması problemlerini beraberinde getirmekte. Yine teminat açığının artmasının olumsuz etkilerinden belki de en önemlisi eğitim alanında. Toplumda var olan yoksulluğun nesilden nesile geçmesinin önündeki önemli engellerden biri olan eğitim hayatına hiç başlanamaması veya devamlılığının yeteri kadar sağlanamaması teminat açığının büyümesine olumsuz katkı yapmakta. Eğitimdeki bu olumsuz gidiş orta ve uzun vadede ülke ekonomisi genelinde düşen verimlilik ve işgücü eksikliğini, çıktı performansında gerilemeyi, gayrısafi milli hasılada düşüşü getirmekte ve bu fasit dairede teminat açığı daha çok yoksullaşmaya yol açmakta.

Ülke ekonomisi üzerinde bu kadar etkili ve yıkıcı sonuçları olabilen teminat açığı tehlikesinin sigorta sektöründeki en çok uygulanan çözümü mikro sigortacılık. Bunun yanında, fikir babası Muhammed Yunus’a 2006 yılında Nobel Barış Ödülü’nü kazandırmış olan, dar gelirliler arasında yatırımcılık faaliyetlerinin ve dolayısıyla gelir seviyesinin arttırılmasını amaçlayan Grameen Bankası ve mikro kredi uygulamaları, teminat açığının azaltılması ve toplum genelinde vatandaşlık hakları bağlamında yoksullukla mücadele de kullanılan önemli uygulamalar arasında yer almakta.

Teminat açığı bütün ekonomik karar mercilerinin üzerinde durmaları ve azaltmak için orta ve uzun vadede geniş kapsamlı çalışmalar gerçekleştirmek zorunda oldukları, olumsuz etkileri yıkıcı olan bir kavram. Sigortalılık oranının arttırılması, sigorta poliçesinin satılan değil talep edilen bir hizmet/ürün haline getirilmesi, ileri risk analiz çözümleri ile sahip olunan risk bazlı fiyat politikasının etkin şekilde uygulanabilmesi, teminat sağlanamayan durumlarda düzenleyici kurumun devreye girerek oluşturduğu teminat havuzları ile piyasaya müdahale etmesi gibi uygulamalar teminat açığının azaltılması ve refah seviyesinin yükseltilmesi hedeflerine ulaşabilmek için uygulanabilecek aksiyonlardan bazıları. Grameen Bank uygulaması ve mikro sigortacılık kavramı ise başka bir yazının konusu olacak.      

#ProtectionGap, #PoliticalEconomy, #AyseBugra, #ViciousCycle, #MicroInsurance, #GrameenBank, #ZeynepStefan 

 1,253 total views,  1 views today

Düzenleyici Kurumların Değişen Rolleri

Son 3 yıldır düzenleyici kurum faaliyetlerini çok yakından takip ediyorum; Almanya’da BaFin, İtalya’da IVASS, İsviçre’de Finma, Avrupa Birliği genelinde EIOPA ve Türkiye’de Hazine Müsteşarlığı. Bununla birlikte İsviçre’de faaliyet gösteren ve yayınları bütün sigorta piyasalarını kapsayan önemli bir ‘Think Tank’ olan The Geneva Association ve Almanya’da faaliyet gösteren federasyon düzeyindeki birçok inisiyatif.

Bu kadar farklı kurumla iletişim halinde olunca bir ülkenin çok önemli sistemlerinden biri olan ve ülke ekonomisi için büyük bir değer yaratan sigortacılık gibi önemli bir iş kolunun da nasıl düzenlenmesi ve düzenleyici kurumun konumunun ne olması gerektiği, etki mekanizmasının nasıl şekillendiği, ne kadar belirleyici ne kadar takip edici olması gerektiği gibi aslında sektörün gelişiminin yönünü ve hızını belirleyen unsurların ülkeler düzeyinde nasıl farklılaşabildiğini de gözlemleme fırsatı bulabiliyorum. Avrupa Birliği piyasaları yanında 2018 ve 2019 yıllarında Azerbaycan ve İsrail düzenleyici kurumları ve piyasa aktörlerini incelerken devlet bazlı operasyonların yoğun olduğu, bununla birlikte yabancı yatırımcı avına çıkmış gelişmekte olan ülke sigortacılığı profilini de yakından tanıma ve bu genel resim içerisine yerleştirme fırsatım oldu.

Öncelikle Avrupa Birliği ülkeleri düzenleyici kurumları ve çatı kuruluşu EIOPA’nın vizyonuyla başlayalım. Piyasaya yaklaşımı ve şirketlerle iletişimi açısından Almanya düzenleyici kurumu BaFin ve İtalya düzenleyici kurumu IVASS arasında büyük farklılıklar olduğunu söylemekle işe başlayalım. Biraz Almanya ve İtalya piyasalarının yapısal özelliklerinden de kaynaklanan farklar sebebiyle İtalya’da, özellikle Solvency II sermaye yeterliliği hesaplamalarının ilk başladığı yıllarda düzenleyici kurumun görece edilgen kaldığı, sigorta şirketlerinin geliştirdiği iç hesaplama modellerine (internal model) etkin şekilde müdahale etmediği ve bazı modellerin aslında olması gerekenden daha az yükümlülük değerlerine ulaşarak şirketler hakkında yanlış değerlendirmelere yol açtığı gibi aslında tam olarak doğrulanamayan dedikodular ortada dolaşmış ve süreçteki hakkaniyete gölge düşürmüştü. Almanya’da ise tam tersi yönde şirketler BaFin’in iç hesaplama modellerine çok temkinli yaklaştığına, az sermaye ayırma gibi fazla sermaye ayırmanın da, sigorta sektöründe tek pazar uygulamasını benimseyen Avrupa Birliği’nde Alman şirketlerin rekabet avantajını azalttığına dair eleştiriler dile getirilmişti. İsviçre düzenleyici kurumu Finma ise çizdiği geniş çerçeve ile sektördeki oyuncuların ticari faaliyetlerini yakından takip ediyor. Finma’yı biraz helikopter ebeveynlere benzetiyorum. Sorun çıktığından tepeden inip, piyasayı silkeleyip tekrar geldiği yere çıkarak izlemeye devam ediyor. 

EIOPA ise sektördeki önemli gelişmelerin, özellikle dijitalizasyon ve artan teknoloji şirketleri yatırımları gibi, gerisinde kalmakla ve çok fazla bekle-gör stratejisi uygulamakla eleştirilmekte. EIOPA, bir önceki yıllık olağan kurulunda, 2018 yılı toplantısında, aslında bu eleştirilere cevap vermiş ve birçok paydaşı kapsayan çalışmalarının zaman aldığını ve dolayısıyla bazen gelişmelerin gerisinde kaldıkları izlenimi oluştuğunu dile getirmişti. Benim şahsi fikrim ise EIOPA’ya yöneltilen eleştirilerin, özellikle InsurTech alanında, haklılık payı olduğu ancak veri kullanımı ve sahipliği gibi diğer önemli konularda da yol gösterici ve önleyici çalışmalar yapmaları sebebiyle aktif bir profil çiziyor oldukları. Avrupa Birliği gibi gelişmiş ülke piyasalarının düzenleyici kurumlarını bir orkestra yönetir gibi yönetmek benze zor bir iş ve EIOPA ve Başkanı Bernardino bu işi şimdiye kadar kontrollü ve etkin bir şekilde götürüyor izlenimi vermekte.

Azerbaycan ve İsrail gibi Avrupa Birliği dışından olan ve geniş finansal kaynakları ile sigorta sektörünü geliştirmeyi amaçlayan iki farklı ülkenin düzenleyici kurumları ise farklı yaklaşımlara sahipler. Azerbaycan sektördeki deregülasyon faaliyetlerini arttırarak yabancı yatırımcıyı çekmeyi hedeflerken İsrail düzenleyici kurumu piyasadaki ağırlığını koruma ve bu çerçeve içerisinde piyasa büyüklüğünü arttırma peşinde. Burada da iki farklı yaklaşım söz konusu. Yabancı yatırımcı talebi olmadan piyasanın ne kadar gelişebileceği bir soru işareti. Öte yandan piyasanın kontrolsüz bir şekilde yabancı yatırımcıya açılmasının da olumsuz sonuçlarını yakinen biliyoruz. Sosyal dinamikleri dolayısıyla sigorta sektörleri farklı olan iki ülkenin sigortacılık ve teminat açığı konusunda nasıl ilerleyeceğini ileriki yıllarda hep birlikte görüyor olacağız.

Peki etkin bir düzenleyici kurum nasıl olmalı? Bu sorunun cevabı aslında nasıl olmaması gerektiğinin tanımlanması ile başlamakta. Bu konuda yakın zamanda okuduğum, Mariana Mazzucato’nun ‘The Value of Everything / Making and Taking in the Global Economy’ kitabı benim de fikirlerimin netleşmesine katkıda bulunan ve size de tavsiye edebileceğim bir kitap.   

Öncelikle söz konusu düzenleyici kurum olduğundan en başından iyi bir şekilde tanımlanması gereken tek bir kavram söz konusu, amaç. Yani düzenleyici kurum varlığı ile esas olarak ne amaçlanmakta, öncelikle neyin düzenlemesi ile faaliyetlerin tüketici lehine şekillenmesi hedeflenmekte. Bu hedef beraberinde misyon ve vizyon kavramlarını getirmekte ki bu tanımların yapılması aslında işin kolay tarafı. Amacın belirlenmesi sonrasında devreye bu amaca nasıl hizmet edilmesi gerektiği sorusu girmekte. Bu soru üzerinde mutabakata varılmasının ardından düzenleyici kurumun piyasadaki fonksiyonunun paydaşlar ile açık bir şekilde paylaşması ve bu çerçeveden ayrılmayacağına dair gerekli mesajların verilmesi ve çelişen amaçlar dolayısıyla ortaya çıkan yanlış uygulamaların da önüne geçilmesi amaçlanmalı. Düzenleyici kurumun bağımsızlığı ve siyasi konjonktürden etkilenmeden orta ve uzun vadeli hedeflere yönelik ne kadar çaba sarf edebileceği de dikkat edilmesi gereken önemli bir özellik.     

Düzenleyici kurumla alakalı dikkat edilmesi gereken diğer bir unsur ise sektörde değer yaratma faaliyetinin asla düzenleyici kurum tarafından sağlanmaması, bu rantın bilinçli olarak sadece sektör oyuncularına devredilmesi. Devlet iştiraklerinin payının piyasada azaltılması anlamına da gelen bu özellikle birlikte düzenleyici kurumun amaç ve faaliyetleri arasındaki olası uyumsuzlukların da önüne geçilmesi mümkün olabilmekte.

Düzenleyici kurumun piyasada değer yaratmaması ancak yaratılan değerin, öncelikle tüketici çıkarları göz önünde bulundurularak, paydaşlar arasında yeniden dağıtılabilmesi de dikkat edilmesi gereken diğer bir unsur. Örneğin ticari açıdan çok avantajlı bir yapı taşımayan ancak toplum menfaati gözetilerek aksiyon alınması gereken konularda; siber risk, ender hastalıklara yönelik teminat uygulamaları, çevre kirliliği konusunda maliyet dolayısıyla gerçekleştirilmeyen projeleri hayata geçirmesi vb.; inisiyatif alarak finansal açıdan kendini uzun vadede amorti edebilecek projelere ön ayak olması düzenleyici kurum tarafından gerçekleştirilebilecek ve sektör için azami fayda yaratabilecek faaliyetlerden.

#RegulatoryBody, #BaFin, #IVASS, #Finma, #EIOPA, #TheGenevaAssociation, #SolvencyII, #FineTuning, #MarianaMazzucato, #ZeynepStefan

 1,313 total views